*elimdeki uzun çubukla sönmemesi için ateşi karıştırıp duruyorken felix'in bana attığı laflara karşılık ufacık bir tepki bile göstermiyordum. o da benden karşılık alamadıkça sana sataşıyordu. sen de pek keyifli sayılmazdın gerçi. en sonunda söylediklerine bakacak olursak küsmüştü sanırım. sonunda oluşan sessizlik rahatlamamı sağlarken elimdeki çubuğu bırakarak ellerimi silkelemiştim.
o ara senden çıkan melodik sesle duraksadım. başımı yavaşça sana çeviriyorken şaşkınlığım gözlerimden okunuyordu sanırım. sesinin bu kadar güzel olacağını tahmin etmemiştim. ağır ağır ama içten gelerek söylediğin şarkıyı bir süre sonra yere bakarak dinlemeye başlamıştım.
duyduğum en güzel seslerden biriydi. ya da senden çıktığı için öyle geliyordu.
bazı şeyleri kabullenmeye başlamıştım artık. neyi kabullendiğimi de bilmiyordum gerçi. farklı olduğunu? evet. nefes alan tüm canlıların yanında benim için farklı olduğunu. ve bunun yanında beni de farklılaştırdığını. içimde daha önce yer edinmemiş tüm o hislerin baş kahramanı olduğunu da aynı zamanda.
ya da tüm bunlardan fazlası. tehlikeli derecede fazlası. engellenemez derecede fazlası.
gücüm yetmiyordu, evet. kabullendiğim şeylerden biri de sonumdu. sen benim sonumdun.
bu da bir kabullenişti ama sert çizgileri yoktu. ufaktan bir umut vardı hâlâ içimde. adım adım sona yaklaşıyorken senin tadını çıkarmamamın sebebi de bu oluyordu sanırım.
sesin kesildiğinde bitip bitmediğini kontrol etmek için başımı kaldırdım. o anda göz göze gelişimize ek son kelimelerin dudaklarından dökülmek üzere açılmışken birden ismim yüksek seste çıkmıştı.
ne olduğunu anlamak için arkamı dönemeden çıkan gülme sesleriyle arkama bakmış, ekibe ufak bir göz atıp sana dönmüştüm yeniden. beni de korkutmuştun. ama benden çok sen korkmuştun belli ki.
gözlerim adımın geçmesiyle senden çekilip felix ve jackson'a dönerken felix'in söylediklerine karşılık gülen jackson yanıma gelmiş, iyi olup olmadığımı sormuştu.
aynı durumda bulunduğumuzdan sanırım, üçümüzde de birbirini koruyup kollama iç güdüsü oluşmuştu. pek arkadaş canlısı biri değildim ama bende dahî bu durum söz konusuydu. garipti. felix jackson'a parayı çıkarmasını, iddiayı kendisinin kazandığını söylemesine karşılık sorarca ikisinde gezdirdim gözlerimi. jackson şaşkınca bana dönmüştü çünkü.*
"ne? müfettiş jeon ile gerçekten de aranızda bir şeyler mi var?"
*kaşlarım kalkarken şaşkınca ona baktım. bunun üzerine iddiaya mı girmişlerdi gerçekten?*
"bir şeyler mi, haha. yanıyor ortalık sen ne diyorsun?"
felix ağzını kapalı tu-
"jungkook, taehyung'u öptü. saydım. 72 saniye. hayatımda gördüğüm en iyi öpüşme sahn-"
"tamam uzatma. veririz paranı."
*yanıma doğru otururken hâlâ şaşkındı. felix de aptaldı gerçekten.*
bir daha bu konuda ağzını bile açma.
"sana bile mi?"
evet.
"jackson ile yalnızken arkanızdan?"
felix...
"of tamam ya. ama neden? çok güzelsiniz yan yanayken."
*duraksadım. hiç de değildi. göz ucuyla bay min ile konuşan sana baktım. durgun görünüyordun hâlâ. tek başınayken çok güzel olduğun belliydi. yanımda felix ve jackson'ın olduğunu unuttuğumu birkaç saniye geç olsa da fark ettiğimde gözlerimi senden çekmiştim.
ekip yola sabah çıkmamızda karar kıldığında ortaya sırayla nöbet tutma fikri atılmıştı. gerek olmadığını, zaten uyumayacağımı söylediğimde de ise herkese mantıklı gelmiş, nöbet işini böylelikle tek başıma üstlenmiştim.
güneşin doğmasına bir saat gibi bir vakit kaldığında senden taraftan gelen inleme sesiyle aramızdaki iki kişiyi aşmış, yanına gelerek çömelmiştim. ağrılarından dolayı olmalıydı. ne ilaç ne de ağrı kesici içmiştin. elimi terleyen alnına götürüp ateşine baktım. gözlerin de açılıyordu yavaş yavaş.*
yanıyorsun.
*fısıltıyla söylediğim cümlenin ardından hafif aralık gözlerine baktım ve senden taraftan çekilip hırkamı çıkararak yuvarlamış, yere bırakmıştım. başını tutup hırkanın üzerine yatırdıktan sonra alnına yeniden elimi koydum. ardından boynuna. elimden hiçbir şey gelmiyordu.
saçlarını geriye doğru ittirdim ve parmaklarımı hafifçe arasından kaydırdım. bu şekilde olmazdı. elimi saçlarından çektim ve ayağa kalktım. birbirimize bakıyorken bir anlık duraksamadan sonra etrafımda döndüm.
sen ne yaptığıma bakıyorken ufacık da olsa aklının dağıldığını ve kafanın ağrından başka bir şeye odaklandığını kesilen inleme seslerinden görebiliyordum. demek ki doğru yoldaydım. ne yol ama...
sönmüş ama hâlâ bulunduğu yer sıcak olan odunların üzerinden atladım ve sana döndüm. hafifçe gülümseyerek başımı yana eğdim.
geriye doğru attığım küçük adımla beklemediğim bir bedene denk gelmiş, geriye doğru düşmüştüm. neyse ki uyuyan bedenin üzerine değil de bu düşüşüm, yere doğru olmuştu. yalnızca bacaklarım o kişinin üzerinde kalmıştı. kim bu kadar derin uyurdu ki? gözlerimi çevirdiğimde gördüğüm jongin'in yüzüyle yüzümü buruşturmuştum. pek hoşlanmıyordum bu adamdan. üzerinden kalkarak ellerimi silkeledim.
aslında, yapmaya çalıştığım şey dans etmekti ama bunu anlamış mıydın emin değilim. aslında, anlamanı beklemeye gerek yoktu?*
dans ediyorum. şimdi de devam edeceğim, bitmedi üzgünüm.
*kısık seste konuşmuştum çünkü aralarında uykusu hafif olan birileri olabilirdi. ufak hareketler ve ağır adımlarla müziksiz dansımı yapıyorken senin ufak gülüşlerinle ben de gülüyordum. dansıma ekibimizi de dahil etmiştim çünkü.
üstlerinden geçmek ya da onları kullanarak hareketler yapmak eğlenceliydi. amacıma ulaşıyordum da aynı zamanda. bilmem kaç defa düşmüştüm. üstüm başım, her yerim toz içindeydi. güneş doğana kadar da devam ettim. güneş doğduğunda öten kuşlarla bir süre sonra nefes nefese düştüğüm yerde beklemeye devam etmiş, kendi hâlime gülmüştüm tekrardan.
sonrasında etraf gitgide aydınlanırken dizlerimin üzerinde yanına kadar geldim ve elimi alnına götürüp ateşini kontrol ettim. ateşin düşmüştü. ağrıların da azalmıştı belli ki.
ağrı çeken biri için hiçbir şey yapamıyorsanız onu şaşırtmanız en mantıklı olanıydı. bu "ağrısını geçiremiyorsanız unutturun"la aynı kapıya çıkıyordu.
dudaklarımı ıslattım ve elimi alnından yanağına kaydırdım. baş parmaklarımla göz kapaklarını indirdim ardından. şimdi biraz uyuman gerekiyordu. çok az. diğerlerinin uyanmasına nereden baksan bir saatten fazla bir süre vardı.*
uyumaya çalış.
*tehlikenin dudaklarında olduğunu sanıyordum. asıl tehlike benim zihnimdi. senin bana yaptıklarından ziyade benim kendime yaptıklarım. kendi sınırlarım. ve sınırlarımın ötesindeki sen. her şey karmakarışıktı. kaçamıyordum. bu nasıl bir şeydi böyle?
nasıl hem bu kadar suçlu hem bu kadar suçsuz olabilirdin aklım almıyordu. tutunduğum halat ellerimi kesmeye başlıyordu ve kendimi boşluğa bırakmama çok az kalmıştı. ya da, çoktan boşlukta düşüyordum da kendimi hiç var olmamış halata tutunduğumu ikna ederek içimi rahatlatıyordum.*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bad guys | taekook
Fanfiction"kim taehyung, 20 yaşında. boy 1.68 kilo 57. annesi veya babası yok, öldürmüş." ben öldürmedim. "kapat çeneni. 12 yaşındayken IQ'su 165'miş. ülkedeki mensa IQ akademisine küçük yaşta giren ilk üye. matematik olimpiyatlarını kazanan en genç insan. en...