J-11

347 42 0
                                    

"jungkook, beni dinliyor musun sen?"

ha?

*yarım metre kadar ötemde bilgisayara eğilmiş fakat göz ucuyla yüzüme bakan yewon'un sesiyle kendime gelmiştim. dün gece pek iyi uyuyamadığım için kafamın içinin fazlasıyla bulanık olduğunu hissediyordum ve üzerimdeki belirsiz hâlsizlik, bana, iki gündür üzerine titrediğim senden başkasını hatırlatmıyordu. acaba... mikroplarını falan bana mı devretmiştin sen? kötüleyecekmiş gibi duruyordun ama inlemelerinle geçen gecelerin ardından gâyet de iyi toparlanmıştın ve bu, seni suçlamak için mâkul bir sebep gibi görünüyordu. bir elimi enseme attım ve bakışlarımı yewon'un uzun kirpiklerine çevirdim.*

sanırım hastalanacağım.

"ne? ne hastalanması?"

*ensemdeki elimi alnıma getirdiğimde şakaklarımı hafifçe ovmuştum. kuşkusuz, bu ağrıyı tanıyordum. bu, kendini gösterecek olan sinüzitin beni selamlama şekliydi. umutsuzca iç geçiriyorken yewon bilgisayarın başından çekilmiş ve yanıma gelmişti. gözlerimi, yüzümde gezinen gözlerinde tutmak pek de zor değildi. sâhi... yakından da epey güzel görünüyordu.*

taehyung yüzünden şifâyı kapmış olabilirim, beni iyileştirecek misin, doktor-nim?"

*alaylı sesime bakışlarıyla bile karşılık vermeyince istemsizce gülesim gelmişti ama sanırım o oldukça ciddiydi. benim her zamanki yanaşmalarıma bir cevap bile vermeye uğraşmamıştı. sağ elinin tersini önce yanağıma, sonra ise alnıma bastırdığında ise gerçekten hayretler içerisinde kalakaldım. yâni... yewon'dan bahsediyorduk. kendi özgür irâdesiyle az önce bana dokunmuştu ve bundan rahatsızlık duyuyormuş gibi de görünmüyordu.

gözleri, nihâyet iri gözlerimi bulduğunda -nasıl baktığım hakkında hiçbir fikrim yoktu- öylece gözlerime bakakalmıştı. göğsüm ağır ağır yükselirken kendime hâkim olamadım. dudaklarına inen bakışlarımın yegâne sebebi, zihnimde kaynağını bilmediğim sirenlerin çalmaya başlamasıydı. kalbim de epey hızlanmıştı. o an, ona karşı sandığımdan da derin duygular beslediğimde karar kılmıştım. öpmeliydim. oracıkta onu öpmeliydim ve dünyalar benim olmalıydı.

bir anlığına gözlerine kayan gözlerim, yakaladığım çekingen bakışlarla kararımı kesinleştirmeme yardımcı olmuşlardı. içimdeki ses, yaktın gemileri jungkook, sal gelişine diye bas bas bağırıyordu ve tam da o an yavaşça yanağını bulan avucumdan destek alarak bir adımımla aramızdaki mesafeyi kapatmış, dudaklarımı onun küçük ve dolgun dudaklarına bastırmıştım.

belki de hayatımın en kısa öpüşmesiydi. tenlerimiz değdiği an yükselen hevesim, alt dudağını dudaklarım arasında sıkıştırmama sebep olmuştu ama o an göğsümden itilmiş, tâbiri caizse bir paçavra gibi ortada bırakılmıştım. dudağımda kalan tada odaklanmaya çalışıyordum. ama odaya girdiğini ancak fark edebildiğim beden, sanki olabilirmiş gibi durumu daha da absürtleştirmiş ve bütün odağımı dağıtmamda temel sebep oluvermişti. yewon ile göz kontağı kurduğunu anlayabiliyordum. göz ucuyla ve, sinirliydim sanırım, kızgın bakışlarımla canlanmış ten rengini kolaçan ediyorken bakışlarım dudaklarına değdiğinde midemdeki bulantının kendini gösterdiğini göz ardı edemezdik.

hayır. hayır elbette. senden iğrenmem anlamına gelmiyordu bu. bir kere ben eşcinselliğe karşı biri bile değildim. herkesin özgür olabileceğini inanan, her insanın -ki bu katil bile olsa- yaşama hakkının varlığını savunan biriydim.

bu bulantının seni öpmemle hiçbir alâkası yoktu, öyle olsaydı seni öptüğüm an bu bula- sikeyim. ben deminden beri ne zırvalıyordum böyle? bu iknâ çabasının sebebi neydi de saliseler içerisinde türlü cümleler sıralayıvermiştim? odadan ayrılan bedeni bakışlarımla takip ediyorken yutkunmadan edemedim. yine oluyordu işte. yine göğsümde bir huzursuzluk peyda olmuştu ve zihnime çeşitli düşünceler dolmaya başlamıştı.

istemiyordum. tanrım. bundan açık ne vardı? düşünmek istemiyordum. hayır. senin yolunla düşünmeye itelenmek istemiyordum.

odada benimle beraber kalan bedene baktığımda, bana bakamadığı her hâlinden belliydi. saçlarını sürekli ve sürekli kulağının arkasına sıkıştırmaya çalışıyor fakat bunu başarsa da aynı işlemi tekrar etmeye devam ediyordu. umutsuz bir soluk dudaklarımdan dökülünce bir elimi midemin üzerine yerleştirmiştim.

şimdi, ne yewon gözüme güzel görünüyordu ne de çapkınlığım yerindeydi. bedenimi saran bulantıdan anladığım bir şey varsa o da yewon'u bir daha öpmek istemeyişimdi ve evet, bu, aksiyon dolu hayatımda en insancıl ve saçma gelişme rolünü üstlenmişti bile.*

"şef şu belgeleri istemişti, götüreyim ben."

bana ver, ben hâllederim.

*elindeki dosyaları çekinmeden aldıktan sonra daha fazla göz temâsı ve herhangi başka bir iletişime müsaade etmeden odayı terk ettim. adımlarım, beni sizin bulunduğunuz odaya yönlendiriyordu ama oraya gitmemek, kendimden bile kaçmak istediğim bir ruh hâli içerisinde gibi hissetmiştim. hiç benlik değildi. hem de hiç.*

jk teslimat, işte belgeleriniz efendim.

*alay dolu cümlemi ilk kez böylesine ruhsuz söylerken kendi kendime bir tokat sallayıp 'kendine gel yoksa bu amaçsız dünyada seni süründürürüm' içerikli birkaç tehdit savurdum. fakat kendi anlayışım bile beni keyiflendirmeye yetmeyince saçlarımı karıştırmış ve bizimkilere hitâben mırıldanmıştım.*

elimi yüzümü yıkayıp geleceğim, bensiz hâlletmeye çalışın.

*imâlı ifademe beni tanıyanlar, 'aynen aynen, şimdi toz ol jungkook' temalı cümleler ile karşılık vermişlerdi ama bunlara bile kıvrılmayan dudaklarımı sikip atmak istiyordum. hayır, ne sikime böyle hissetmeye başlamıştım ki? ben bir yıldızdım. dâima parlayan bir yıldız olmalıydım. sönmek benim raconumda yoktu ve bu, öfkelenmeme sebep oluyordu. dudağımın içini kemiriyorken öfkeyle ittiğim tuvalet kapısı kendiliğinden kapanıyorken lavabolara yönelmiştim. ne yapalım. soğuk suya mecbur kalmıştık.*

bad guys | taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin