*saatlerdir, yerdeki taşları izliyordum. başımı kaldırmaya dahî tenezzül etmiyorken mutsuz da değildim açıkçası. tehlikeyi atlattığını, sapasağlam olduğunu doktor odandan çıktıktan sonra söylemişti. elimin göğsüme gittiğini ve hissettiğim rahatlamayla gözlerimin kapandığını hatırlıyordum. açtığımda ise burada bulmuştum kendimi.
tamam, iyiydin işte. bir sorun yoktu. hiçbir sorun yoktu. zaten kurşun tehlikeli bir yere de denk gelmemişti.
hava kararalı çok olmuştu ki ben henüz aydınlıkken iyi olduğunu öğrenir öğrenmez gelmiştim buraya. üzerimde seni ambulansa bindirirken jacskon'ın verdiği üzerindeki, tişört üzeri giydiği fazladan ince gömlek bulunuyordu. ceket fikrini hiç mantıklı bulmamıştım. sen acılar içinde kıvranırken bir de onu çıkararak canını yakacağımızı düşünmen bile çok saçmaydı.
bu da pek ısıtmıyordu gerçi. şikayetçi değildim. üşümek iyi geliyordu şu anda. kendime adım adım geldiğimi hisdediyordum. çıtkırıldım da değildim ayrıca. ne zaman gözünde bir üst mertebeye ulaşacağımı merak ediyordum. evet, bunu ilk fırsatta seninle konuşmam gerekiyordu. ilk fırsatta.
gözlerimi kapatmamaya çalışıyordum. gözlerimi kırparken saniyenin kesirlik dilimlerinde bile o hâlin gözümün önünde canlanıyordu. her ne kadar şimdi iyi olduğunu bilsem de yine göğsüm aynı miktarda sıkışıyor, dalıp gidiyordum. belki seni iyiyken bir defa görsem geçecekti. rahatlardım. ama hiçbir şey yapmadan burada bekliyordum işte.
sanırım seni öyle görmek istemiyordum. hastane önlüğüyle, her hareketinde çektiğin ağrıyı izlemek hiç eğlenceli olmazdı. zaten sana açık renkler pek gitmiyordu. ilk fırsatta bunu da konuşmalıydık kesinlikle. şimdi ben şuradan koşarak kaçmazsam ve ilk fırsatımız olursa tabii.
gerçekten, harika olurdu. birkaç kilometre ilerideki uçuruma kadar olabildiğine hızlı koşup beni bir daha kimse bulamasın diye cehennemin dibinden bilet almak üzere boşluktan atlasam çok kesin bir çözüm bulmuş olurdum kendime.
oturduğum bankın yan tarafında hissettiğim hareketlilikle zahmet edip başımı kaldırmamıştım bile.*
"birini mi kaybettin?"
*gözlerimi yerden ayırmazken başımı iki yana salladım hafifçe. sesin sahibini tanımıyordum ve yaşlı biri olduğu belliydi.*
"ne o zaman seni saatlerdir düşündüren?"
*bir süre hareketsizce beklemiş, ardından başımı kaldırıp adama bakmıştım. tahmin ettiğim üzere saçları ağarmış, elli yaşın üstünde düzgün bir adama benziyordu.
sorusunu ona bakarak düşündüm biraz.*
ben... birini kaybetmek üzereydim.
"kaybettin mi?"
*kısa bir an duraksayıp başımı iki yana salladım tekrardan. bunu zaten cevaplamıştım.*
hayır, şimdi iyi.
*sıcak bir şekilde gülümsemiş, başını sallamıştı olumlu anlamda.*
"sen neden yanında değilsin?"
*omuzlarımı silktim ve cevap vermeden tekrardan gözlerimi taşlara çevirdim. istemiyordum çünkü. çok basitti. kendimi hazır hissetmiyordum. yine de bunları o adama söylemek gelmemişti içimden.*
"o zaman evine git, nasıl olsa burada bir işe yaradığın yok."
*kaşlarım kalkarken şaşkınca adama baktım tekrardan. adam bilerek kaldırdığı kaşları ve çenesiyle başka tarafa bakıyordu. bu kaşlarımın çatılmasına sebep olmuştu.*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bad guys | taekook
Fanfiction"kim taehyung, 20 yaşında. boy 1.68 kilo 57. annesi veya babası yok, öldürmüş." ben öldürmedim. "kapat çeneni. 12 yaşındayken IQ'su 165'miş. ülkedeki mensa IQ akademisine küçük yaşta giren ilk üye. matematik olimpiyatlarını kazanan en genç insan. en...