*yemin ederim, benim hiçbir hatam yoktu. bu kadın yine sinirini bizden çıkarıyor olmalıydı. asıl öfkesinin neye karşı olduğunu merak ediyordum. ah, hayır. derinlerde neye karşı öfke duyduğunu. katillere mi? sanmıyorum. öyleyse bile kendine yanlış mesleği seçmişti.
dün gece iş üzerindeyken felix'in başı belaya girmişti. bilgisayar odasında bize bilgi veriyorken o odaya giden birini görünce kendi işimi bırakmış, doğal olarak arkadaşımın(?) canını kurtarmaya öncelik vermiştim.
oradan beraberce çıktığımızda ise işler aksamış, durum tam planlandığı gibi ilerlemese de bir şekilde hâlledilmişti. üstelik böyle risklerin de söz konusu olduğu defalarca kez konuşulmuştu zaten? ve hâllolmuştu ya işte, neden şu an burada durmuş bana bağırıyordu bu kadın?
geçen iki haftalık süreçte hepimizi bıktırmıştı. insan yerine bile konulmuyorduk, hoş pek umurumda değildi benim. o kimdi ki onun gözünde ne durumda olduğumu umursayacaktım?
artı olarak üçümüze de beslediği nefretin dışında bana şefinin kızını öldürmüş olmamdan kaynaklı çok ayrı bir kin güdüyordu. duyduğuma göre araları epey iyiydi sanırım ve kızını da tanıyordu. tamam, belki de haklıydı. fakat burada yaptığımız şey işti. iş ile bunu birbirine karıştırması hiç kimse için iyi değildi elbette. bu kadın... bu kadın resmen hepimizi mahvediyordu. bence performansımızın düşmesine sebep de oydu. sağlıklı düşünemediğimi hissediyordum o sürekli etrafımızda ezici üslubuyla konuşup duruyorken. felix mesela eskisi gibi neşeli değildi? ya da jackson daha gergin bir adam olmuştu.
ayrıca, aptalca kuralları vardı. uyurken kelepçelenmemizin dışında, yemek vakti haricinde odalarımızdan çıkmamız bile yasaktı. içki kesinlikle yoktu. ve her gün odalarımızı arıyordu? yemeğe indiğimizde yanımıza kesici ya da yasak herhangi bir şey almış mıyız diye? hapishane hayatı bile daha iyiydi?
müfettiş han seungyon dışında bir gerçek sorunum daha vardı ki o bambaşkaydı. müfettiş jeon jungkook.
sana olan özlemim akıl almaz bir seviyeye ulaşmıştı. burada tüm bu boğulmuşluğumun arasında bir defa olsun kollarımı sana sarma fırsatı verilse çok daha kolay idare edebilirdim.
bazen öylece yatağımdan pencereye bakıyordum ve seni düşünüyordum saatlerce. yüzünü aklıma getiriyor ve içimden öpüyordum. ama sensiz geçen her günümde biraz daha iyileştiğini düşünmek bile yeterliydi benim için. kurşun yemiştin. gözlerimin önünde kanlar içinde yere düşmüştün. bazen o anlar da canlanıyordu gözümde ve hiç hoşuma gitmiyor, başka bir şey düşünmeye çalışıyordum. acı çektiğini görmek berbattı gerçekten. senin yerine ben bütün acılarını çekebilirdim, evet. şaka değil.*
"bağırmayın artık, taehyung'un hatası değildi. daha önce de söylediğim gibi başım derde girdiği içi-"
"sen canının bir kıymeti olduğunu mu düşünüyorsun diğer onca insanın yanında?"
*gözlerimi ağırca kapattım ve açtım. derin bir nefes almıştım o sırada.*
kimin canı daha kıymetli bunun kararı size mi ait?
*kadın tekrar renkli gözlerini bana çevirdiğinde ifademi bozmadan aynı şekilde ona bakmaya devam etmiştim. sanırım melezdi, güney korede renkli göz pek rastlanan bir ayrıntı değildi. ve hayır, koca koca açtığı mavi gözleri beni korkutmuyordu.
sinirden gülmüş ardından yine sinirden titreyen dudaklarıyla kaşlarını kaldırmıştı. genelde laflarını yanıtlamayı tercih etmiyordum. yarım saattir onca söz etmişti, ağzımı açıp tek kelime bile söylememiştim. ama bu hadsizliği de fazlaydı artık. bakışlarına bakılırsa daha da ileri gitmekten çekinmeyecek gibiydi.*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bad guys | taekook
Fanfiction"kim taehyung, 20 yaşında. boy 1.68 kilo 57. annesi veya babası yok, öldürmüş." ben öldürmedim. "kapat çeneni. 12 yaşındayken IQ'su 165'miş. ülkedeki mensa IQ akademisine küçük yaşta giren ilk üye. matematik olimpiyatlarını kazanan en genç insan. en...