Şehrin hiç fark etmediği güzelliklerini tam da şimdi keşfediyordu. Uzun zamandır gözlerinin hep olumsuz şeyleri gördüğünü anlamıştı. Yakınlardaki çiçek dükkanı olan bir kadının rengarenk standı, etrafta koşuşturan sevimli çocuklar, parlak ışıklar ve gülümseyen yüzler. Bir sokak çalgıcısının çaldığı flütün canlı ezgisi. Hemen yanından bedenini saran sümbül kokusu. Ürkekçe bileğini kavramış güzel, kemikli ve zarif parmaklar.
Xiao Zhan'a baktı. Kaybolmamak için içgüdüsel olarak parmaklarıyla kazağının ucunu kavramıştı. Eli bileğine değiyordu. Az önce ağlamaktan kızaran gözleri etrafta meraklı bir ifadeyle dolanıyordu. Hala ürkekti ama en azından onu evine götürüp saklamasına izin vermişti. Konuşmuyordu ama şimdilik varlığı ona yeterliydi.
Wang Yibo gülümseyecek gibi oldu. Onu sonunda bulmuştu, kader eşini. Yalnız olmadığını hissediyordu. Bütün dünyaya karşı sadece onlar vardı, biri kanatlı, diğeri ucube iki adam.
Xiao Zhan anın sessizliği içinde düşünme fırsatı bulmuştu. Bacaklarında daha fazla güç yoktu. O kadar uzun mesafeyi koşabilmesi bile bir mucizeydi. İki tarafta da fazla kalamıyordu. Ne çok fazla uçabiliyordu, ne çok fazla yürüyebiliyordu. Hiçbir yere ait değildi. Kanatlarının artık alışık olduğu ağırlığı pelerinin altında duruyordu. Bedeni bu iki ağır parçayı bacakları üzerinde kaldırabilecek kadar güçlü değildi. Yanındaki adama güveniyordu. Güvenmek zorundaydı çünkü başka kimsesi yoktu. O onun...yoldaşıydı. Ne deniyordu buna? Ruh eşi? Üstünde pek durmadı. Karnı açtı, yine de belli etmedi.
Birlikte sokaklardan geçtiler. Tenha bir mahalleye geldiler. Yibo bahçeli, müstakil bir eve doğru yaklaştı ve anahtarıyla birlikte kapıyı açtı. Önce ona geçmesi için izin verdi. Xiao Zhan kanatlarını kapıya sürtmemeye çalışarak içeriye girdi.
Evin içini çizebilmesi için ondan renk seçmesini isteseler griyi, siyahı ve beyazı seçerdi. Başka renk yoktu. Aslında o da aynı tonlardan hoşlanırdı. Yavaşça boynundaki düğmeyi açtı ve pelerinini sırtından indirdi. Yibo onu biraz hayranlıkla izliyordu. Başını arkaya çevirerek kanatlarına kısa bir süre baktıktan sonra, bakışlarını onu evine alan adama çevirdi.
" Teşekkür ederim." diye mırıldanırken dudaklarında bir tebessüm oluştu. Wang Yibo o an öldüğünü, başka bir dünyada yeniden doğduğunu sandı. Genç adamın gülüşünü izledi. Sevimliydi, masumdu. Tavşan dişleri güzel yüzüne ayrı bir hava katıyordu. Gözlerinin kenarı gülüşünün iziyle kırışmıştı. Birkaç saniye cevap veremedi, ardından başını iki yana salladı.
" Önemli değil. İçeriye geç, otur."
Xiao Zhan önden yürürken Yibo onun sırtına baktı. Tabi ya, bir insan gibi normal kıyafetler giyemezdi. Siyah üstünün arkasında, kanatları için bir boşluk vardı. Bir korseye benziyordu. İplikler kanatlarının altından itibaren beline kadar iniyor, sırtını az da olsa örtüyordu. Genç adamın kemiklerini görebiliyordu ama daha fazla bakmadı. Bir sapık gibi onu dikizlemek istememişti.
Kanatlı adam koltuklardan birine oturup Wang Yibo'yu izledi. Genç adam hemen karşısına oturmuştu. Yüzü soluktu ve sert duruyordu. Ama o biliyordu ki eğer gülümserse etrafında çiçekler açardı. Sadece bunu fark etmesi gerekti. Düşüncelerine daldığı sırada onun sorusuyla kendine geldi.
" Sen... Nerede yaşıyordun?" Bu soruyu, cevabından korkarak sormuştu.
Genç adam hiçbir şey yokmuş gibi saymaya başladı. " İnsan içine çıkamadığım için... Aslında farklı yerlerde. Bulduğum boş evlerde, bazen falezlerin dibinde, nadiren mağaralarda. Ormana gidip ağaçların tepesinde uyuduğum da oluyor. Banyo yapacak ya da biraz uyuklayacak olursam tatil için tutulan yazlık evlere giriyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kan ve Kanatlar [Yizhan]
Fanfiction" Bütün dünyaya karşı sadece onlar vardı, biri kanatlı, diğeri ucube iki adam." Deneyler yaptılar. Denekleri öldürdüler. Kendi amaçları için başkalarının hayatlarına el koydular. Üstün bir yaratık, bir ucube yaratma projelerinden sadece ikisi başarı...