Kabuslar, o yanında olduğu sürece zihnine uğramıyordu. Uyurken de uyanıkken de aklında olan tek şey Xiao Zhan'dı. Camdan dışarıyı, batmakta olan güneşi seyrederken Yibo sadece onu izliyordu. Yeni evlerinde geçirdikleri günler boyunca sanki bir şeyi kavramış, ama hala kelimelere dökemiyor gibiydi.
Son zamanlarda kendini nadir gösteren güneş yeniden bulutların arkasına saklanmış, yeryüzünden gizlenmekle meşguldü. Yine de önemli değildi, nasıl olsa dışarı çıkamıyorlardı. İnsanlar da evlerinde kalmayı tercih etmişlerdi. Sessiz bir anlaşma gibiydi.
Xiao Zhan gülümseyerek arkasında duran genç adama döndü. Gökyüzü kızgındı, birazdan yağmur yağacak gibi görünüyordu, gök gürlüyordu. " Bu havalarda uçmaktan hep korkmuşumdur."
Wang Yibo camından baktıkları mutfağın duvarına yaslandı ve ilgiyle ona baktı. " Neden ki?"
" Ya üstüme yıldırım falan inerse diye." Genç adam güldü ve bir an için ocakta duran pirincin iyi pişip pişmediğine baktı. Çantasına doldurduğu pirinç paketini sonunda değerlendirme zamanı gelmişti. Güçlükle yanan ocağı söndürdü ve tabak çıkarmak için dolaplara uzandı.
" Kızarmış kuş olurdun o zaman."
Xiao Zhan kıkırdayıp yüzüne kızmış gibi bir ifade yerleştirdi. " Yağmurlu havada uçmak ne kadar korkutucu biliyor musun? Kanatların da ıslanıyor zaten, zorla uçuyorsun." Bir yandan da bulduğu çorba tabaklarına pirinç dolduruyordu.
" Nasıl bir şey olduğunu merak ediyorum." Hemen ona yardım etmek için uzandı ve kaseleri masaya koyup kaşıkları çıkardı. Bir yandan da pamuk şeker bulutların arasında süzüldüğünü gözünde canlandırmaya çalışıyordu.
" Benzersiz bir şey. Eğer bir gün seni taşıyabilecek kadar güçlü olursam ufak bir tura çıkabiliriz."
" Her şey bittikten sonra, deneriz."
Genç adam başıyla onayladı. Bordo renkli sandalyeye oturup buharı tüten pirince nefesini üfleyerek soğutmaya çalıştı. Acıkmıştı, birkaç gündür çok az yemek yiyorlardı. Evde yaptıkları tek şey saçma konular üzerine sohbet etmek, eski televizyonu açıp çizgi film izlemek ya da ilerisiyle ilgili planlar yapmaktı. Bu normal günleri ileride özleyeceğini düşündü. Eğer ikisine de hiçbir zarar gelmezse özlemezdi çünkü o günleri kendisi yaşıyor, yenilerini yazıyor olurdu.
Wang Yibo yemekten bir kaşık aldı ve midesinin bayram etmesine izin verdi. Son birkaç haftada hayatının ne kadar çok değiştiğini düşündü. Birisi hayatını değiştirmemiş, birisi ona hayat vermişti. Dudaklarında kendinden habersiz bir tebessümle yanında duran genç adamı izledi.
" Nasıl olmuş?"
" Çok güzel."
Xiao Zhan aldığı cevapla rahatlayarak güldü ve pirinçten bir kaşık daha aldı. Yemek sıcaktı, evleri sıcaktı, hisleri tazeydi. Onunla geçirdiği günler parlaktı ve şimdi düşlediği gelecekleri ışık doluydu.
Yine de takip edildiklerini nereden bilebilirdi ki? Hayat onlara güzel şeyler gösterebilmek için fazla acımasızdı.
Birlikte yemeklerini yedikleri sırada kapıları çaldı. Wang Yibo gerildi, bir eli refleks olarak beline gitti ve ağzındaki lokmayı yuttu. " Ben açarım. Sen dur."
Kahverengi kapıya doğru yürürken kalbi heyecanla sıkıştı ve kapı deliğinden kimin geldiğine baktı. Tanıdık kızıl saçları, çilli yüzü gördüğünde tuttuğu nefesini bıraktı ve kapıyı açtı. Genç adam gülerek içeriye girdi, elinde bir poşet vardı.
" Selam! Ne yapıyorsunuz? Ah, bu güzel koku da ne?"
Wang Yibo bir an kasıldı. Ne kokusundan bahsediyordu? Sümbül kokusunu bir tek kendisinin alabildiğini sanıyordu!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kan ve Kanatlar [Yizhan]
Fiksi Penggemar" Bütün dünyaya karşı sadece onlar vardı, biri kanatlı, diğeri ucube iki adam." Deneyler yaptılar. Denekleri öldürdüler. Kendi amaçları için başkalarının hayatlarına el koydular. Üstün bir yaratık, bir ucube yaratma projelerinden sadece ikisi başarı...