Gözyaşlarım sıcak inci taneleri misali gözlerimi zalimce terk ederken sevdiğimin aşağıya doğru serzenişte bulunan dudaklarına baktım. Gözlerine veda eden yaşlar aşağıya doğru izledikleri düz yolda usulca süzülüyor, sakallarına geldiğinde onların arasında, ormana dalmış minik bir çocuk misali kayboluyordu.
Bırakın ağlamasının, yüzüne nefretten başka hissettiği bir duygunun yansımasına izin vereceğinin ihtimalini bile vermezdim. O bir kaya kadar sert ve kemikli bir yüze sahipti. Bu yüz hatlarına uyumlu olarak daima sert bakan gözleri nasıl da çaresizdi şimdi? Usulca düşündüm. Yıllardır nefretten başka bir duygunun bir an uğramasına bile izin vermediği suratında "çaresizlik" silsilesini görmek beni afallatmıştı. O, her zaman sert, yabani olandı. Avını yakalayıp bir çırpıda öldürmek için pusuda bekleyen bir aslan misali vahşi ve bir o kadar da acımasızdı. Bana karşı beslediği, yansıttığı tek duygu nefretti. Katıksız, koyu ve dipsiz bir nefret...
Kapalı kutu olan sadece o değildi elbette. Duyduğum saygı ona olan mecburiyetimdendi. O bir efendiydi, ben ise ufak bir kız çocuğu... Bu durum böyle acınası bir haldeyken ve aramızda hiçbir zaman aşamadığım, bırakın aşmayı buna cesaret bile edemediğim koskocaman taştan bir duvar onun tarafından örülüyken kalkıp ona hissettiklerimi nasıl söyleyebilirdim? Ben her denememde o duvara toslayan bir çocuktum. Bu yüzden çoğu zaman susmuştum. Dayanamayıp da patladıklarım dışında gerçekten de, ben hep susmuştum. Birlikte geçirdiğimiz onca zamandan sonra ilk defa hissettiğim şeyi olanca gücümle fısıldadım.
"Canım acıyor."
Çatlamış olan sesime yansıyan çaresizlik onunki kadar koyuydu en az. Buruk sesim, yüzündeki acı ifadeyi daha içler acısı bir duruma terk ederken elimi tuttu nazikçe.
İlk defa.
İsteyerek belki de.
Boğazıma düğümlenen hıçkırığım orada öylece mahzun kalakalırken elim, yıllardır hor davranılmanın acısını taşıyan ve hiç kapanmayan bir yara misali sızladı. Kalbim her şeyin çok geç olduğunu bilmenin karamsarlığıyla şaşkınken bu dokunuş hiç yardımcı olmuyordu. Aksine yaraya dokunan tuz misali yaktıkça yakmış, acıyı beynimin ve hücrelerimin en küçük zerresine kadar yaymıştı. Bir şeylere geç kalmış olduğunu bilmek ne kadar da acıydı.
Ayın gümüşi ışıkları o kemikli yüzünü aydınlatıyordu. Ne çok güzeldin öyle? Bu bile acıtıyordu biliyor musun?
"Biliyorum." dedi acısı sesine yansırken. İç sesimin sorduğu soruya cevap verdiğini bilmiyordu elbette ama ben sesli veya sessiz sorduğum her soruya cevap almıştım zaten. "Benimki de yanıyor." diye devam etti gözlerine biriken üç beş damla yaşı koyu kirpiklerle çevrili göz kapaklarını kırpıştırıp çıkık elmacık kemiklerine yollarken. Teselli etmek ister gibi başını usulca salladığında yaşları yön değiştirmişti.
Ellerimi ellerinden ayırıp mermer tırabzanlara tutunurken aya baktım. Öylece bizi izliyordu. Bize yolladığı gümüşi-beyaz ışıkları tıpkı tuttuğum o mermer gibi beni üşütüyordu. Elim belki yanmıştı onun ellerindeyken, doğru. Fakat onunlayken öyle acılara katlanmıştım, öyle nefret dolu sözlere göğüs germiştim ve her seferinde içten içe "Dur lütfen. Beni sev!" diye öyle haykırmıştım ki bunca yıldan sonra bana sevgisini gösterecek bir harekette bulunması -her ne kadar beni paramparça etse de-elim tekrar onun elinde olsun istedim. Sonunda en çok istediğim şeyi elde etmişken ben onu küstah bir çocuk gibi itmiştim. Başımı bu düşünceyi yok etmek istercesine sallayıp kalbimin en derinlerine gömdüm. Buna rağmen onun üzerine örttüğüm toprak öylesine inceydi ki her an oradan çıkıp baş gösterebilirdi.
"Canımı sen yakıyorsun."dedim hüzünle başımı eğerken. O taştan duvar çoktan yıkılıp gitmişti. Artık ona kalbimdeki bütün her şeyi açıkça söyleyecektim. Ona duyduğum kahrolası büyük aşkı ve onu sevdiğime dair bütün her şeyi es geçerek tabi. Gözyaşlarım pıt pıt sesler çıkararak mermere düşünce omzuma dokundu. Dokunduğu yer sızlarken elinin ne kadar güzel olduğunu fark ettim.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
ULU ÇINARIN YALNIZLIĞI
Romance16. yy'da Fransasında soylu olmayan genç bir kızın güzel bir hayat yaşayabilmesi için yapabileceği iki şey vardır: Evlenmek veya meslek sahibi olmak. Jeanne Isabelle ikinci seçeneği seçmişti. Ve bu uğurda çıktığı arayışta kendini bir kış günü etek...