"Isabelle."
Binbaşı Lothair'nin kesik kesik alıp verdiği nefesi ıslak dudaklarıma çarparken hızlı hızlı atan kalbime engel olamıyordum. Boynundaki elimin yanağına değen baş parmağı Binbaşı Lothair'nin sakallı yüzünü okşadı. Mavi gözlerinin alacası derinlerime işlerken kızaran dudaklarına baktım.
"Efendim."
Saçlarımın dibindeki eli dokunduğu yeri okşarken alnını alnıma dayadı. Gözlerini kapatıp bir süre öyle bekleyince nefes alışverişi de normale dönmeye başlamıştı. Gözlerini açıp benimkilere baktıktan sonra doğruldu. Göbeğime kadar açılan yırtmacımı elimle kapatırken Binbaşı Lothair ayağa kalktı ve ben itiraz bile edemeden beni kucağına aldı.
"Ne yapıyorsunuz?"
Beni kucağından indirmeden kendi odasından çıkıp benim odama girdikten sonra beni nazikçe yatağa yatırdı. Üzerimi gülkurusu pikeyle örttükten sonra yanıma oturdu. Bir şeyler olacak sanmıştım. Iki dakika önceki haliyle şimdikinin arasında gram benzerlik yoktu. Bir anda konuşmaya başladığında ses tonunda suçluluk vardı. Ve bu hiç de alışagelinmiş değildi.
"Seni hırslarımın kurbanı haline getirdiğim için özür dilerim Isabelle. Şu var ki ben seni hiç reddetmedim. Red kağıdını hiç imzalamadım. Sen hala benim öğrencimsin."
Gözlerim şaşkınlıkla açılırken kelimeler boğazımda düğümlendi. Ne diyeceğimi ne hissedeceğimi bilmiyordum.
Beni dinlemediği, beni reddettiğini söyleyip haftalar boyunca beni depresyona soktuğu için ona kızmalı mıydım, beni reddetmediği için sevinmeli miydim yoksa Binbaşı Severin'in evlenme teklifini kabul etmişken böyle bir şey yaşadığım için utanmalı mıydım, bilmiyordum.
Ne yapacaktım? Bu geceden sonra ne yapacaktık? Binbaşı Severin ne olacaktı? Binbaşı Lothair'yle mi devam edecektim hayatıma? Beni seviyor muydu? Ne yapacaktık? Sahi Binbaşı Lothair ve ben ne zaman biz olmuştuk? Biz diye bir şey yoktu. Kendimi suçlu hissetmekten alıkoyamıyordum.
Çaresiz bakışlarla Binbaşı Lothair'nin derin bakışlı mavi gözlerine baktım.
"Bu geceden sonra ne yapacağız efendim?"
Bakışlarım imdat diye bağırıyordu. Binbaşı Lothair ne yapacağını bilirdi değil mi? O tecrübeli bir askerdi. Ne yapacağını bilirdi.
Mavi gözlerinin derin bakışı boştu. Sanki o da bilmiyor gibiydi. Ve bu inanın çok ürkütücüydü.
Üzerimdeki pikeyi göğsüme kadar çektikten sonra ayağa kalktı. "Bunu daha sonra düşünürüz. Şimdi uyu. Artık güvendesin."
Binbaşı Lothair'nin benden uzaklaşan geniş omuzlu cüssesine baktım. Odamın kapısını kapattığında odanın köşesinde burayı aydınlatmaya çalışan cılız bir mum ışığıyla birlikte yapayalnız kaldım.
Artık güvendesin.
Bu söz, size, değer verdiğiniz ve hatta muhtaç olduğunuz biri tarafından verilen etrafı keskin dikenlerle çevrili kıpkırmızı bir elma gibiydi. Harika bir şeydi. Açtınız. Onu istiyordunuz. Ve size iyi gelecekti fakat onu ısırdığınız an dudaklarınız kanayacaktı. Ve değer verdiğiniz adam bunu bile bile sunuyordu o elmayı size.
Artık güvendesin.
Ben zaten güvende değil miydim? Binbaşı Severin'in evinde, onun yanında güvende, bütün tehlikelerden uzak değil miydim? Binbaşı Severin'in nazik sözleri ve şefkat verici bakışlarıyla mutlu ve huzurlu değil miydim zaten? Aslında bütün kötülükler Binbaşı Lothair'den gelmemiş miydi bana? On sekiz yıllık yaşamım boyunca ben en çok Aurelie ve Lothair tarafından incinmemiş miydim? Bana artık güvendesin dedikten sonra yanımda kalması gerekmez miydi? Sırtını dönüp beni karanlığa boğmadan önce "Artık güvendesin." demek ne kadar güvende hissettirebilirdi?

ŞİMDİ OKUDUĞUN
ULU ÇINARIN YALNIZLIĞI
Romance16. yy'da Fransasında soylu olmayan genç bir kızın güzel bir hayat yaşayabilmesi için yapabileceği iki şey vardır: Evlenmek veya meslek sahibi olmak. Jeanne Isabelle ikinci seçeneği seçmişti. Ve bu uğurda çıktığı arayışta kendini bir kış günü etek...