Hayal miydi? Rüya mıydı? Ölüyor muydum? Nasıl olabilirdi? Gerçek olup olmadığına bakmak için elimi uzattım ona. Fakat dokunamadım. Çünkü sanki hayaldi de dokunursam dağılıp gidecekti. Öyle gerçekti ki bu ihtimal beni ölesiye korkuttu.
Gözlerine bakakaldım. Sonra bir gayretle boynuna atılıp onu bütün benliğimle kucaklayınca bir hıçkırık nüksetti boğazımdan. Hemen ardından öyle dolu dolu ağlamaya başladım ki, çıkan sesi umursayamıyordum. Evladını yeni bulmuş bir anne gibi haykıra haykıra ağlıyordum. Lothair'nin boynuna gömdüm başımı ve ona sıkıca sarıldım. O da bana sarıldı garip bir şekilde, boynumda başını hissettim ve bir eli saçlarımı okşayıp durdu.
Bu ya bir rüyaydı ya da bir mucize. Fakat her iki türlü de harikaydı. Her gece bu anın hayalini kurmuştum ve ben tam vazgeçmişken o çıkagelmişti. Beni yaşadığım yıkımdan kurtarmaya gelmemişti fakat gelmişti işte. Nasıl özlemiştim Tanrım. Gözlerimden akan yaşların sayısı öyle denli çok, ağlayışım öylesine şiddetliydi ki dışarıdan gören biri sanki Lothair'nin geldiğini değil de kollarımda şimdi can verdiğini sanırdı.
Bir süre geçtikten sonra ayrıldık fakat kollarımı ayırmadım ondan. Sadece gerçek mi yoksa hayal mi olduğunu anlamak için suratına bakmak amacıyla ayrıldım. Yüzü hemen benimkinin önündeydi. Yüzünü inceledim. Değişmemişti. Aynıydı. Bildiğim, tanıdığım Lothair'ydi. Sadece kaşları çatık değldi. Kaba bir şekilde bakmıyordu bana. Gözlerinin altında hafiften morhalkalar oluşmuştu ve yol yorgunu olduğu çok belliydi. Dudakları hala aynı güzellikteydi. Onlara kilitlendim. O an aklımdan onları öpmekten başka bir şey geçmiyordu. Fakat parmağımdaki yüzük bir an için durdurdu beni ve ben özlediğim o dudaklardan çekip başımı Lothair'nin en güzel varlığına, gözlerine baktım. Ellerim boynunu aşıp yanaklarına gelince bir hıçkırık çıktı dudaklarımdan. Gözlerim tekrar buğulandı. Onu ellerimin altında canlı canlı hissetmenin verdiği sevinçle "Nasıl?" diye sordum. Fakat nefesim yetmedi. Bu yüzden nefes alıp tekrar sordum. "Nasıl Lothair? Öldüğünü söylediler. Öldüğünü söyledi Severin. Gözleriyle gördüğünü söyledi. ölmüştün sen." Bedenim yaşadığım onca acıyı hatırlamamla birlikte sarsılınca dudaklarım büküldü ve ağlamaya devam ettim. "Ölmüştün. Seni bekledim fakat gelmediğini görünce. Ben. Ben her gece dua etmiştim fakat. Gelemedin. Beni bırakıp gittin. Gelmedin." Lothair'ye tekrar sarılınca o da bana sarıldı. "Neler yaşadığımı bilemezsin. Canımın nasıl yandığını bilemezsin. Seni kaybettiğimi sandığımda kalbimin nasıl paramparça olduğunu anlatamam ki. O kadar büyük acıya rağmen nasıl yaşayabildim bilmiyorum Lothair."
Lothair'nin eli tekrar başıma gidip Lothair kendini geri çekince ondan ayrıldım. Lothair yüzüme yapışan saç tellerimi geriye itti. "Öldüğümü sandım Isabelle. Uyandığımda bir daha asla hareket edemeyeceğimi düşündüm. Edemedim de. Fakat iyileşince geldim." Lothair ayağa kalktı beni de kaldırarak. Beni bahçedeki süs havuzunun bulunduğu koruluğa doğru çekti. Burası içinde, kocaman bir çınar ağacının gölge edip tepesini kapattığı bir süs havuzu ve bank ile onlarca çiçeğin bulunduğu dört cephesi sarmaşıklarla kaplı bir koruluğun parçasıydı. Banka oturduk birlikte. Lothair bir elini cebine soktuktan sonra diğer eliyle elimi tutup konuşmaya başlayacakken durdu ve başını eğip elime baktı. Yüzük parmağımdaki yakut taşlı yüzükle oynadı ve şaşırmış bir şekilde başını kaldırıp bana baktı. "Evlendiniz mi?"
Elimi utançla elinden çekip başımı iki yana salladım. "Bir ay sonra. Onca zaman yasımın bitmesini bekledi." Yüzüklü elimi diğerinin içine alıp ovalarken Lothair'nin boşluğa düştüğünü görmek mümkündü. Bakışları dondu ve kaşları bir süre için çatıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ULU ÇINARIN YALNIZLIĞI
Roman d'amour16. yy'da Fransasında soylu olmayan genç bir kızın güzel bir hayat yaşayabilmesi için yapabileceği iki şey vardır: Evlenmek veya meslek sahibi olmak. Jeanne Isabelle ikinci seçeneği seçmişti. Ve bu uğurda çıktığı arayışta kendini bir kış günü etek...