Bölüm 17 ~ Dönüm Noktası

192 26 2
                                    

Malesef bu bölüm oldukça kısa. Olayları anlatışım bile aceleci gelebilir size Haklısınız da. Bölüm de geç geldi. Bir önceki bölümü çok sonraları olacak diye tasarlamıştım kafamda. Bir anda kurgunun hemen hemen tamamı değişmek zorunda kaldı. O yüzden bölüm yazmak çok zor oldu. Umarım sıkılmaz ve beğenirsiniz.

Geçmeyen günler geçmiş, akıp gitmeyen saatler akmış gitmiş ve yaklaşık bir ay geçmişti. Bütün günlerimi odamda geçiriyordum. Dışarı çıkmıyor, odamın camından dışarıyı seyrediyordum. Annemin şefkatli sesi, kız kardeşim Marcelle'in neşesi, babamın saçlarımı okşayışı, Aurelie'nin zaferle bakan gözleri ve diğer insanların bana acıyan surat ifadeleri, yani kısacası her şey bana katlanılmaz geliyordu.

Annem sık sık kilo verdiğimi söyleyip yemek yemem için beni zorlarken babam oturduğum, uyuduğum bu koyu kırmızı koltuktan beni kaldırmaya çalışıyordu. Marcelle bazen gelip saçlarımı okşayarak bana şarkı söylüyordu. Olivia, Margaret yanıma geliyor ve beni yatıştıracak sözler söylerken bazen Raimond bile gelip beni neşelendirmeye çalışıyordu.

Herkes benim için uğraşıyordu, farkındaydım fakat hiçbiri umurumda olmuyordu. Ben bir ay önceki hayatıma geri dönmek istiyor ve her yeni günde odamın bu Binbaşı Lothair'nin malikanesine giden yola bakan penceresinden dışarıya bakarak bir umutla o güne geri dönmeyi bekliyordum. Fakat ne kadar saat, ne kadar gün geçerse geçsin ne Binbaşı Lothair geliyor, ne de bir mektup yolluyordu.

Ne zaman düzelirdim bilmiyordum. Artık ölmek istiyordum. Gözlerim ağlamaktan harap olmuştu. Elbiselerim artık bol geliyordu ve bu şekilde giderse istediğime kavuşur, ölürdüm.

Binbaşı Lothair'nin evine adımımı attığım andan itibaren yaşadıklarımızı defalarca gözden geçirmiştim. Her söylediği kelime üzerine düşünmüş fakat bu olanlara mantıklı bir açıklama getirememiştim.

Başımı koyu kırmızı koltuğun kol kısmına koyduğum koluma yaslarken dışarıyı izlemeye başlamıştım. Bir aydan daha az süre sonra Bahar Balosu vardı. Binbaşı Lothair'nin bana diktirdiği elbiseyi giyecek ve o baloda dans edecektim fakat artık böyle bir şey mümkün değildi.

Binbaşı Severin'in şefkatli bakışları aklıma düştüğünde gözlerim doluyordu. Binbaşı Lothair aklıma geldiğinde ise ki hiç çıkmıyordu kalbim paramparça oluyordu.

Lavaboya gitme ihtiyacım arttığında uyuşan ayaklarımı koltuktan sarkıttım. Kısa süre sonra uyuşuklukları geçtiğinde ayağa kalktım. Başım dönerken ufak birkaç adım attım. Açlıktan olmalıydı. Yine de şu bir gerçekti ki önüme ne koyarsanız koyun asla yiyemezdim.

Ayaklarımı sürüye sürüye yürürken kapıya veya duvara tutunmayı ihmal etmedim. Gelen seslere bakılırsa annem öğrencilerine yanlış diktikleri bir yeri nasıl sökeceklerini anlatıyordu. Bunların hepsini biliyordum ve herhangi bir alanda sertifika alamayacak olmak canımı yakıyordu.

Lavaboya girip çıktıktan sonra evin kapısının önünde duran bir at arabasının sesini duydum. Babam gelmiş olmalıydı. Yavaş adımlarla hemen ilerideki kapıya gidip kapıyı zar zor açtım. Bir an önce koltuğuma geri dönmek istiyordum. Sol elimle üzerimdeki şalı düzeltip kapıyı araladım ve başımı kaldırdım.

"Hoş geldin ba- Efendim."

Şaşkınlıkla açılan ağzım ve gözlerimle kapıda öylece dururken sanki gördüğüne inanamıyormuş gibi bana bakan Binbaşı Severin'i gördüğümde kalbim yerinden çıkacaktı. Başımı eğip reverans yaptıktan sonra kapıyı geriye doğru açtım. "Buyurun efendim."

O, içeri girmek yerine bana bir adım atıp çenemi kavradı ve başımı kendisininkine doğru kaldırdı. Gözlerimin altı ve yanaklarım çökmüştü. Şu an dünyanın en çirkin kızıyken onun bana bakması rahatsız ediciydi. Sanki bunu yaparsam yüzümü görmeyecekmiş gibi gözlerimi kaçırınca "Matmazel, size ne oldu böyle?" diye sordu şaşkınlık yüklü bir sesle.

ULU ÇINARIN YALNIZLIĞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin