Çok çok uzun bir zamandan sonra merhaba güzellikler. Özür dilerim. Sonunda vakit buldum ve hikayenin bu bölümü tamamladım. Inanın hep bu bölümü yazmayı bekledim. Bu bölüm hikayenin kilit noktası. Umarım seversiniz.
"Efendim. Ben gerçekten iyiyim." Dördüncü kez aynı şeyi söylemek bezginlik vermek yerine nedense beni neşelendiriyordu. Binbaşı Severin'in tedirgin bakışlarına anlam veremiyordum fakat benimle ilgilenmesi hoşuma gidiyordu. "Neden inanmıyorsunuz bana?" Yattığım yatakta kıpırdanıp üzerimdeki yorganı ittim.
Binbaşı Severin kucağımdaki elimi eline aldı. "İnanıyorum elbette. Sadece bilmiyorum. Sertifika almayı ne kadar istediğinizi biliyordum. Yaralısınız. Kılıç yarasının ne kadar can yaktığını biliyorum. Fakat siz sadece gülümsüyorsunuz ve ben bunun içten olduğunu hissediyorum." Beyaz sargılara sarılı olan elimin açıkta kalan parmaklarını okşadı. "Canınız yanıyor mu?"
Binbaşı Severin'in üzgün görünen mavi-yeşil gözlerine bakarken memnuniyetle gülümsedim. Sertifika alamayacağımın farkındaydım. Fakat huzurluydum. Artık sadece kullanmayı sevdiğim için kılıç kullanacaktım. Binbaşı Lothair'nin sevgisi veya saygısı gerçekten de beni ilgilendirmiyordu. Onu düşündüğümde ona karşı herhangi bir şey hissetmiyordum. Onunla ilgili her şeyden vazgeçmiştim. Hayatımda sadece Severin vardı ve tek istediğim aramızdaki bu resmiyeti kaldırmaktı. Gerçekten de istediğim tek şey onun sevgisiydi. "Sizin ellerinizdeyken inanın gram acımıyor."
Bana şefkatli bir şekilde gülümseyip yarı kapalı olan elimin parmak uçlarını tek tek öptüğünde bu hareketi beni nedense çok garip hissettirdi. Bu, garip bir biçimde çok hoşuma gitmişti. Dudakları parmaklarımın dış tarafında basılı kaldığında sağ elimi kaldırarak nazik bir şekilde sakalları çıkmaya başlayan yanağını okşadım.
Başını elime yasladığında gözlerinin hüzünlü göründüğünü fark ettim. Bacaklarımı toparlayıp ona doğru iyice sokulup başını kaldırarak gözlerine bakmaya çalıştım. Eli suratındaki elime gitti.
"Siz üzgünsünüz."
Gözlerini kapatıp başını usulca sallarken "Değilim Matmazel Isabelle. Sizin şefkatiniz beni mutlu ediyor." dedi.
Yanağındaki elimin parmakları yüzünde gezinirken kollarının arasına sokulup başımı boynuna gömdüm. "Bana ne olduğunu söylemek ister misiniz efendim?"
Boşta kalan kolu beni sarıp sırtımı okşarken "Sizi koruyamadığım için kendimi kötü hissediyorum. Yaralanmanıza izin verdim." dediğinde gözlerimi kapatıp kokusunu içime çektim.
"Eğer siz yanımda olmasaydınız kendimi böyle mutlu hissetmezdim. Acı bile çekmiyorum. Fakat sizi böyle suçlu ve mutsuz hissederken görünce üzgün hissediyorum. Bugün güzel bir gün. Akşama balo var ve ben çok heyecanlıyım."
Başımı kaldırıp gülümseyen bir suratla Binbaşı Severin'e bakınca yüzündeki üzgün ifade silindi. "Annenizi alması için bir araba yolladım. Hep birlikte güzel bir kahvaltı yapalım. Hazırlanmamız baya uzun sürecek gibi görünüyor. Sonra da baloya gideriz. Saat on ikiyi geçti bile."
Gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırdım. Annemin gelecek olmasına çok sevinmiştim fakat saatin öğlen olduğunu öğrenmek beni şaşırmıştı. Ben hep sabahın erken saatlerinde kalkardım. "Saatlerdir uyuyor muyum?"
Binbaşı Severin kıkırdadı. "Şirin bir bebek gibi."
Tek kaşım havaya kalkarken Binbaşı Severin'in beni böyle nitelemesi komiğime gitmişti. "Siz?"
"Ateşiniz çıkar diye bütün gece yanınızdaydım. Açıkçası sizi uyurken izlemekten bir an bile sıkılmadım. Bunu her gece yapabilirim. Şunu söylemem gerekiyor ki çok sık üzerinizi açıyorsunuz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ULU ÇINARIN YALNIZLIĞI
Romance16. yy'da Fransasında soylu olmayan genç bir kızın güzel bir hayat yaşayabilmesi için yapabileceği iki şey vardır: Evlenmek veya meslek sahibi olmak. Jeanne Isabelle ikinci seçeneği seçmişti. Ve bu uğurda çıktığı arayışta kendini bir kış günü etek...