Keşke bu kötü haberle gelmeseydim size. İnanın ben de upuzun, nefes kesici bir bölümle size gelmek isterdim ama hiçbir zaman işler istediğimiz gibi yürümüyor. Yaz tatiline girdiğimizden beri hikayeyi ne denli boşladığımı bilmenin utancını yaşıyorum. Hikayelerimi hep telefondan yazdım, bilgisayarımı çok nadir kullanırım. Ve ne yazık ki kısa süre önce telefonum suya düştü :'(
YGS hazırlık aşamasında olduğum için de çok üzgünüm ama bilgisayara geçip saatlerimi bir bölümü yazmaya çalışarak geçirme gibi bir lüksüm yok.Gerçekten çok özür dilerim. Size belli bir zaman veremiyorum ama umarım kısa sürede işler yoluna girer. Kendinize çok iyi bakın ve beni bırakmayın olur mu? Biliyorum bunu istemek hakkım değil. Ama inanın elimden başka bir şey gelmiyor. Yakın bölümlerden birkaç kesit sunuyorum sizlere. Kendinize çok iyi bakın.
Ben yürüdükçe etekleri bacaklarıma nazikçe sürtünen elbisemi düzelterek merdivenlere çıktım. Binbaşı Lothair'nin bana hediye ettiği safir kolyemin taşına dokunup onun oradaki varlığıyla mesut olurken gece yaşadıklarımız gözümün önüne geldi. Bana söyledikleri, beni öpüşü... Dudaklarımda hala onun tadı varken sözleri aklıma geldikçe kalbim bir sinek kuşunun kanat çırpışı misali hızlıca atıyor, bir atın görkemli şahlanışı misali ise kuvvetlice şahlanıyordu. Biliyordum. Artık bunca zamandır aklımı meşgul eden o sorunun cevabını biliyordum. Bu cevabı bulmada az önce yanından geldiğim annem yardımcı olmuştu. Ve aslında öyle ortadaymış ki cevap. Ben sadece dile getirmekten korkmuşum. Mermer merdivenleri hızlı adımlarla çıkmaya devam ettim. Başımı beni kapıda karşılamasını umduğum fakat karşılamayan Binbaşı Lothair'yi ararcasına üst kata doğru kaldırdım.
Yüzümdeki o müthiş gülümsemeyi sürdürürken o cevabı tekrardan verdim kendime. Bana onca kötülüğü yapmasına rağmen ondan vaz geçemememe, Binbaşı Severin'i yok sayıp her şeye rağmen Binbaşı Lothair'ye geri dönmeme neden olan o sebebi biliyordum artık.
Merdivenler bittiğinde kırmızı renkli koridor halısına ayak bastım. Kulağıma çalınan tıkırtıya doğru ilerlerken evin hiçbir zaman girmediğim tek odasının kapısının açık olduğunu görmek içime merak duygusunun salınmasına neden oldu fakat gülümsemem yine de solmamıştı.Cevabı biliyordum: Ben Binbaşı Pierre Lothair Moreau'ya aşıktım.
Kapısı açık olan odanın girişine vardığımda önce algılayamadım. Bu odanın hemen karşısında talim salonu vardı. Ve bu eve ilk geldiğim zaman Binbaşı Lothair karşımdaki kapısı açık olan odanın kapısını açtım diye beni yaralamıştı. Fakat şimdi açıktı işte. Mermer zeminli odanın içerisine girdim. Oda oldukça büyüktü. Karşı tarafımdaki duvarın köşelere yakın olan tarafı camlarla kaplıydı ve bu camları ağır perdeler hemen hemen örtmüştü. Camlardan içeriye sızan ışık sadece içerideki manzaranın yıkıcı etkisini görmeme yetecek kadardı.
Karşı duvarı örten pencereleri bölen geniş bir bölüm vardı. Bu bölümde de duvarın büyük bölümünü kaplayan bir tablo... Bu çerçevenin ebatları zihnime kazılıydı. Evin koridorunda her gün gördüğüm, ilk geldiğim gün dikkatimi çekip de Madam Laetitia'ya önceden orada nasıl bir tablo olduğunu sorduğum o iri boşluğu tamamlayan tablo buydu işte. Yüzümdeki gülümseme bir havai fişeğin beklenmedik sönüşü misali kayboldu. Tablonun hemen altındaki koyu renkli koltukta oturan o siyahlar içindeki adam, Binbaşı Lothair elinde iri bir bardak tutuyor ve babamın çok nadir zamanlarda içtiği o içkiyi, tuttuğu bardaktan içiyordu: Viski.
Gözlerim Binbaşı Lothair'nin yanaklarına kaydı.Yanaklarını ıslatan gözyaşları gözlerinden dökülmeye devam ederken daha önce görmemiş olsam da tablodaki portrenin kime ait olduğunu bilmenin acısıyla kavruldu kalbim. Zihnim gerilere gidip bu portreyi eski zamanlardaki eksik parçalardan biriyle birleştirmek istercesine Binbaşı Lothair'nin günlüklerinden birinde okuduğum o yazıya ulaştı.
" Bugün seni ilk gördüğüm günün yıldönümü. İnsanlar yeni bir yıla girmenin sevinciyle dolarken ben elimdeki içkimle seni yad ediyorum. Acı sevgilim, acı. Yılın ilk zamanları ve günlüklerimin ilk sayfaları artık bana sadece acı veriyor. Düşüncelerimi bulandıran keskin kokulu bir acı bu adeta. Zaman denilen kavram söylediğinin aksine derman olmuyor hiçbir şeye. Yitip gidenin acısını yıllandırsa da ne unutturuyor, ne hafifletiyor. Her gözlerimi kapadığımda hayalimi dolduran o zümrüt yeşili gözlerini unutmaktan o denli korkuyorum ki... Kokunu unuttum çünkü. Bunun da yitip gitmesini istemiyorum. Bu çok acı. Nasıl koktuğunu hatırlamıyorum ve bu kalbimi yakıyor. Dudaklarının asil kıvrılışını, mağrur ve cazibeli bakışlarını o denli özlüyorum ki bu yokluk canımı çok acıtıyor. "
Dudaklarımı ısırdım. Elianor. O satırlar bu karşımdaki kadın için yazılmıştı. Ben kendime aşkımı itiraf edip Binbaşı Lothair'nin ilk defa beni sevdiği kanısına varmışken o ölen aşkı için ağlıyordu. Omuzlarım titredi. Gözyaşlarım görüş açımı bulandırırken bunun imkansız olmasını diledim. Gördüklerim hayaldi. Kalbim müthiş bir neşeyle doluyken bir anda dibe batmıştım.
Binbaşı Lothair muhteşem güzellikte yeşil gözleri olan ve hemen hemen benimle aynı yaşıt görünen bu dünyalar güzeli sarışın kız için acı içinde gözyaşı döküyor olamazdı.
Ben beni sevdiğini sanarken aslında o beni hiç sevmemişti. Bu ne kadar ağırdı biliyor musunuz? Ben Binbaşı Lothair'nin kalbinde yoktum. Ve hiç de olmamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ULU ÇINARIN YALNIZLIĞI
Romance16. yy'da Fransasında soylu olmayan genç bir kızın güzel bir hayat yaşayabilmesi için yapabileceği iki şey vardır: Evlenmek veya meslek sahibi olmak. Jeanne Isabelle ikinci seçeneği seçmişti. Ve bu uğurda çıktığı arayışta kendini bir kış günü etek...