Kasıklarımdaki o dehşet verici acıyla uyandığımda odanın yeteri kadar sıcak, üzerimin de yorgan ve battaniyeyle örtülü olduğunu gördüm. Buna rağmen sancım vardı.
Yatağa geçtiğimi hatırlamıyordum fakat odayı dolduran güneş ışıklarından anladığım kadarıyla öğlen vaktini çoktan geçmiştik. İkindi vaktinde olmalıydık. Yataktan ayağa kalkmadan iki büklüm olup bu ağrının geçmesi için karnımı ovalamaya başladım. Saç diplerim terlemişti ve saçlarım beni bunlatıyordu. Saçlarımı komodindeki tokayla basitçe toplarken Binbaşı Lothair yatağa doğru yaklaştıktan sonra sanki ben veremliymişim gibi yaklaşık üç adım uzakta durdu.
"Korkmayın Binbaşı Lothair. Veremli değilim."dedim ve sonra böyle bir acıyla kıvranmama rağmen güldüm. O ise buz gibi bir tavırla olduğu yerden hareket etmeden "Neyin var?" diye sormak yerine "Bu hasta hallerinden bıktım Isabelle. Buraya geldiğin günden beri sana bakıcılık yapmaktan sıkıldım artık. Ayağa kalk. Talim yapacağız." dedi.
Yine aksiliği üzerindeydi ve benim ona bulaşmaya niyetim yoktu. Yine de sabahki tavrından sonra bir de böyle konuşması kırıcı oluyordu. Kış aylarında bünyem oldukça zayıflıyordu ve hatırlatmak gerekirse bütün hastalıklarımın sebebi oydu. Karda onun yüzünden hastalanmıştım. Beni kılıçla yaraladığında ateşim çıkmıştı. Her şeyin suçlusu oydu fakat sesimi çıkarmadan doğruldum. Bunu yaptığımda yorgan üzerimden sıyrılınca Binbaşı Lothair başını çevirdi.
Ne oldu durup dururken? Sorusu kafamda yankılanınca otomatik bir hareketle başımı bedenime çevirdim ve o andan itibaren patlıcan moruna dönen bir surata sahip olmaya başladığım gerçeği gözden kaçırılamazdı.
"On dakika içinde odada ol." deyip odadan çıkarken ben utanç hissiyle yatağa gömülmek ve bir daha oradan çıkmamak istiyordum.
Hızlıca yataktan kalkıp utanç hissiyle üzerimi giyindikten sonra banyoya girdim. Bu beni müsait olmayan bir durumda ikinci görüşü oluyordu.
İşim kısa sürede bitmişti. Bugün bir farklılık yapmış saçımı salık bırakmıştım. Üzerime giydiğim açık mavi yelek ve pantolon, beyaz şifon gömlek ve mavi çizmelerle odadan çıkıp talim odasına ulaştığımda bedenim acıyla sızlıyordu. Kalbim kırıktı ve öfkeliydim.
Lothair siyah gömlek ve pantolonu içinde oldukça sade ve şık görünüyordu. Ayakta durmuş keskin bakışlarla kılıcını inceliyordu. Sanki böyle yaparsa kılıcındaki pürüzleri yok edebilirdi.
Ben geldiğimde elindeki kılıcıyla arkasındaki aynadan duvardaki kılıcı almamı işaret etti. Ağrımdan dolayı yüzümü buruşturup kılıcı elime aldığımda soğukluğu ağrıyı tetikledi. Sanki kılıç bana zarar veriyormuş gibi ona dokunmaya çekinerek geriye doğru adım attım. Lothair'nin elindeki kılıç biraz daha sıcak olmalıydı. İstesem verir miydi?
Tedirgin adımlarla geriye dönüp arkası bana dönük olan Binbaşı'ya seslendim.
"Efendim? Sizin elinizdeki kılıcı alabilir miyim?"
Bir asker edasıyla bana dönüp tek kaşını kaldırarak "Neden?" diye sordu.
Ne cevap versem bilmiyordum. Ona bu durumumla ilgili bir şey söyleyemezdim."Kılıcın kabzası çok soğuk." dedim.
Bana önce sanki cebimde dinazor var demişim gibi baktı, daha sonra da tek kaşını inanamıyormuş gibi kaldırıp kılıcı uzattı.
Minnetle kılıcı ondan alıp kabzasını kavrayınca tahmin ettiğim gibi kabzasının soğuk olmadığını anladım. "Teşekkür ederim efendim." deyip zoraki bir gülümsemeyle ona baktım.
Duvardan başka bir kılıç alıp bana doğru adım atarken "Sırtını dik tut Isabelle." dedi. Fakat ben o sırada hissettiğim acının geçmesi için dua ediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ULU ÇINARIN YALNIZLIĞI
Roman d'amour16. yy'da Fransasında soylu olmayan genç bir kızın güzel bir hayat yaşayabilmesi için yapabileceği iki şey vardır: Evlenmek veya meslek sahibi olmak. Jeanne Isabelle ikinci seçeneği seçmişti. Ve bu uğurda çıktığı arayışta kendini bir kış günü etek...