ŞEYTANIRRACİM 3

161 2 0
                                    

Girdik içeri; yaşlı adam tesbih çekiyordu. Uzun bir tesbihi vardı. Kapıyı açan genç kadın “Buyurun, oturun.” dedi. Evde kanepe koltuk yok, sadece yerde minderler var. Sırt yaslamak için de uzunca bir sedir gibi bir şey vardı. Oturduk, hoca halen tesbih çekip içinden bir şeyler okuyordu. Sonra dedem selam verdi. Adam 10 saniye kadar okumaya devam ettikten sonra, dedemin selamını aldı. Kimseden çıt çıkmıyordu.

Hoca birden bana döndü ve “Yaklaş!” dedi emir kipiyle. Babam kafasıyla kalk işareti yaptı. Ağır ağır ilerledim hocanım önüne doğru. “Hoca!” otur dedi. Oturdum hemen karşısına. “Gözlerimin içine bak!” dedi. Baktım. Gözleriyle gözlerime 10 saniye kadar dik dik baktı. Sonra çevirdi gözlerini. Türkçe olmayan bir şeyler diyordu bana doğru bakarak. Ben ise korkudan yere bakıyorum sadece.

Gelini olduğunu tahmin ettiğim kadını çağırdı. Bir şeyler istedi genç kadından. Kadın getirdi istediklerini; bir bıçak, bir kağıt, bir kalem, bir tas içinde su, bir de iğne getirdi. Adam kağıda bir şeyler yazdı; ince uzun bir kağıttı. Bu kağıda yazı yazdıktan sonra büktü büktü. Makasla belli 10 parçaya kesti, suyun içine attı ama ağzı hiç durmuyor sürekli bir şeyler mırıldanıyordu.

Suyun içine baktığında gözleri faltaşı gibi açılmıştı. Sonra iğneyi aldı eline “Kolunu uzat.” dedi. Hiçbir şey demeden uzattım. Koluma küçük küçük beş tane delik açtı. Hepsinden toplu iğne başı kadar kan aktı. Bu kanı, tastaki suyun içine akıttı. Parmağıyla bu suyu karıştırdı. Sonra “Sen çık.” dedi bana. Ben de dışarı çıktım. Beş dakika kadar sonra dedem ve babam yanıma geldiler. Yüzleri düşmüş. Arabaya bindik hiç konuşmadan. Sonra arabada dedem “Oğlum, sen bu illetlere nerede bulaştın?” dedi.

“Ne illeti dede?” dedim. “Oğlum sen *** kabilesinden birilerinin çocuğunu öldürmüşsün. O yüzden sana musallat olmuşlar.” dedi. “Ne çocuğu dede? Ne diyorsun?” dedim. Hocanın ona verdiği bıçağı gösterdi. “Onlara karşı yapılabilecek şey buymuş oğlum. Bunu yanından ayırma.” dedi. “Biz seni yalnız bırakmayız. Hep yanında oluruz; merak etme. Hocanın da yapabileceği tek şey buymuş. Bu bıçağı okuyup, bize verdi. Yanından hiç ayırma.” dedi.

Ne olduğunu anlamıyordum. Artık ne olursa olsun modundaydım. Tekrardan dedemlerin evine geri döndük. Akşam olmuştu. Yemek yiyorduk. hepimizde bir sessizlik vardı. Yatma saatine yakın kapı çalındı. Bu saate kapıyı kim çalardı acaba? Kapıda beş tane köylü vardı. En arkadaki adamı tanımıştım; bu adam ilk gittiğimiz ve bizi evinden kovan hocaydı. Dedeme bir şeyler dediler, dedem sinirli bir şekilde “Burası benim evim.” dedi. Bunu duyabildim sadece. Sonra dedem, babamın yanına gitti.

“Oğlum, hadi evinize gidin. Orada daha rahat edersiniz.” dedi. Sadece “Tamam.” dedi babam. Dedemi de zor durumda bırakmak istemiyordu. Dedem dahi bunu yapıyor, benden çekinip evinden kovuyorsa ne yapabilirdim? Hiçbirşey hissetmiyordum. Neyim olduğunu dahi bilmiyordum. Gecenin bir yarısı; babam, annem ve ben atladık arabaya; kendi evimize doğru sürdük arabayı. Eve geldik; salonda oturuyoruz hepimiz. Annemle babam yalnız bırakmadılar o gece. Ancak insan onlar da; uyuyakalmıştık üçümüz de. Taa ki saat yine 02:30’u gösterene kadar…

Yine o kabusu gördüm: hava kızıl, güneş yok. Üniversite okuduğum şehirdeki evdeyim. Camdan aşağıyı izliyorum, aşağıdan ilginç sesler geliyor. Sonra arkamı dönüyorum ancak bu sefer farklı bir şey vardı: Atakan’ın yüzünü görüyordum. Gözleri masmavi, siyah dişleri ve upuzun saçları var. Bana baktı ve hiç unutmadığım o iki cümleyi söyledi: “İl hüvel, illa bin zitr.” o masmavi gözlerini bana dikip bunları söyledi. Konuşamıyordum. Sadece o masmavi gözlerine, o uzun saçlarına, kararmış dişlerine bakıyordum…

ŞEYTANIRRACİM (uzun hikaye isteyenlere özel) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin