ŞEYTANIRRACİM 16

68 0 0
                                    

“Dışarısı karanlık, ev karanlık ama o çağırıyordu… Gitmeliydim; o bana gelmişti. Gittim kapıya doğru, kapıyı açtım. Kapının on metre uzağında rüyalarımdaki gibi kafası yere bakar vaziyette bir heykel misali; en ufak bir kıpırtı olmadan duruyordu. Yanına gitmek istiyordum ve gidiyordum ağır ağır. Ağlıyordum; mutluluktan; o yaşıyordu. Nasıl olmuştu bu? Rüya değildi! Emindim olmadığına; o karşımdaydı. Yanına yaklaştım. Kafasını kaldırdım. Gözlerini ağır ağır bana çevirdi. Hayatımın en büyük korkusunu o an yaşadım!

Bunlar sevdiğimin gözleri değildi! Dehşetin gözleriydi bunlar! Alevli şerlilerin gözleriydi. Göz çukurları dumansız ateş ile doluydu. O an dilim kilitlendi, dondum kaldım. Çığlık atmak istedim atamadım. Gözlerine bakıyordum sadece yani alevlere. Babamın sesiyle irkildim. Arkamı döndüğümde babam bana doğru koşuyordu… Tekrar önüme döndüğümde, o gitmişti. Olduğum yere yığıldım. Uyandığımda yatağımdaydım. Babam ve annem yanımdaydı. Onu ilk görüşüm, onunla fiziki bir şey yaşayışım bu şekilde olmuştu.” dedi.

“Artık alıştım.” diyordu. “Peki, madem ondan kurtulamadın, hocam niye kurtulduğunu söyledi ya da onun gibi ilim sahibi birisini nasıl yanılttın?” “Kurtulmuştum. En azından uzaklaştırmıştım. Hocam bana bir muska yazdı ve bu muskayı yanımdan ayırmamam gerektiğini söyledi. Özellikle şunu tembih etti: ‘Eğer bu muskayı anan baban dahil her kim olursa olsun senden çıkarmanı isterse asla çıkarmayacaksın. Banyoda bile boynunda tutacaksın!’ dedi. Öyle de yapıyordum. 

Artık kabuslarım azalmıştı. Hatta hiç yok gibiydi. Lakin bir gün banyoda ayna karşısında saçlarımı tararken muska yine boynumdaydı. İçeri annem girdi. Hiç konuşmadan arkama geçti. Aynadan görüyordum. Boynumun dibinde nefesini hissediyordum annemin ama hiç konuşmuyordu. Sonra muskamın ipine dokundu. Onu, ağır ağır, boynumdan çıkarıyordu. Ve ben hiçbir şey yapamıyordum. Donmuştum sanki. Birden içeriden annemin sesi geldi. Beni çağırıyordu yemeğe yardım etmem için.

O an öyle bir çığlık attım ki annem koştu geldi yanıma. Ayaklarına baktım; normaldi. Su içirdi bana, biraz sakinleştim. Sonra olayı anlatım ona. O da babama anlattı. Çözüm yolu arıyorlardı. Muskamı alamamıştı ama korkularım tekrar başlamıştı. Bundan bir hafta kadar sonra, gece uyurken susuzlukla uyandım. Hemen elimi boynuma götürdüm; muskam yoktu. Uyurken yastığa takılıp düşmüş olmalıydı.

Çılgınca bir telaşla arıyordum yatağı, yeri, halıyı ama yoktu. Bu telaş sırasında kapıda tekrar onun sesini duydum. Durdum sadece. Aramayı bıraktım. O an bağıramıyorsun; sadece gitmek istiyorsun onunla. O nereye götürürse orada olmak istiyorsun. Gittim kapıya; yine oradaydı. Yanına gittim sadece, elini tuttum. Gidiyorduk ama nereye bilmiyorum. Gözlerine bakmıyordum, düşünemiyordum, sadece gidiyordum.

Götürdü beni ve uyuduk sadece ya da be öyle görüyordum o an. Sonra gözlerimi açtığımda annem ve babam korku içinde bana bakıyorlar. Yanlarında hocam vardı ve bir şeyler okuyordu. En kötü tarafı ise ahırdaydık. Mutlulukla yattığım yerler samandı. Hala geceydi. Hocam evime götürdü beni, başımda bekledi. Aklımı yitirme noktasına geliyordum. Tekrar muska verdi bana. Bak; boynumdan çıkarmıyorum.” deyip gösterdi bana muskayı..

“Eskisi kadar olmasa da hala benimle; görüyorum, hissediyorum.” dedi. “Ama saklıyorum.” Söyleyecek hiçbir şey bulamadım. Acıdım sadece kıza. Muhabbet esnasında güneş batmıştı. Artık mührü bozacaktık. “Hadi, içeri gidelim.” dedim. Sessizce içeri geçtik. Hocam ve Atakan oturuyorlardı. “Vakit geldi, hazırlanın!” dedi hocam. “İlk olarak bu odanın boşaltılması gerekiyor.” dedi hocam. “Nasıl yani? Niye böyle bir şey gerekiyor?” dedim.

“Mührü bozmak için birtakım şeyler gerekiyor. Bunlardan biri de odada sadece ritüelde kullanacağımız şeyler kalmalı ve dikkatimiz dağılmamalı. Odadaki her şeyi benim yattığım diğer odaya taşıyın oğlum size zahmet.” dedi. “Tamam hocam.” dedik. Ne var ne yoksa hocanın yattığı odaya taşıdık. Ayini yapacağımız oda artık bomboştu. Bunlar olurken hocam bir taraftan da elinde bir kağıt yakıyordu. Kağıdın külünü avucunda topladı. Tuğbaya dönüp “Kızım biraz su kaynat. Suyun içine şu elimdeki sana vereceğim külü at. Daha sonra ise sana başka bir kağıt vereceğim. Kağıdı kaynayan suya atıp, kağıdın üzerindeki yazıların suya karışmasını bekle. Sonra suyu buraya getir.” dedi.

Tuğba, hemen hocanın söylediklerini yapmaya başladı mutfağa gidip. Sonra hocam bize dönerek, “Çocuklar, biriniz köydeki evleri dolaşıp dört tane ayna bulsun. Dört taneyi bulunca derhal geri; buraya gelsin. Fazlasına gerek yok. Diğeriniz ise … yaksın ve külünü bana getirsin. Evin arka kısmında ahırın o tarafta bolca mevcut ancak toplayıp gelin ve kapının önünde yakın. Orman tarafında sakın ha yakmayın. Toplayıp gelin, evin önünde yakın.” dedi. Üzerine basa basa vurguladı bunu.

Bir müddet düşünerek durakladı hoca. “Ayna toplamaya giden kişi, evlerin kapısını çalınca açan olmazsa şu kelimeyi söylesin bir taraftan …” dedi. Kelime “Ene racül” idi. “O zaman kapıyı açarlar.” dedi. Atakan ile birbirimize baktık “Tamam hocam.” deyip, dışarı çıktık. Kapının önünde Atakan’a baktım. Ben aynaları toplayayım, sen …ları yakma işini yap.” Tamam manasında kafa salladı. Sonra o orman tarafına yani ahırın olduğu bölgeye doğru gitti. Ben, köydeki evlerden aynaları toplamak için ayın verdiği loş ışıkta toprak yolda ilerlemeye başladım.

Köyde zaten az ev olduğunu biliyordum da niye bu kadar aralıklı yapmışlardı evleri diye düşünerek yürümeye devam ettim. Dikkatimi çeken başka bir husus ise; köyde neredeyse kimseyi görmeyişimdi. “Bir insan niye böyle bir yerde yaşar ki?” diye düşündüm bir an. İlk ev, hocanın evine bayağı uzaktı. Hocanın evi orman tarafındaydı; diğer evler ormana zıt tarafta kalıyordu. Toprak yolda ilerlerken ilk evi gördüm. Yanında ahır olan, tek katlı, eski püskü bir evdi. Ahırın kapısı yoktu. İçerisi dışarıdan daha karanlıktı. Ahıra baktım birkaç saniye, hemen gözlerimi ev tarafına çevirdim, bu kez gözüm direkt kapıdaydı.

Hızla ilerlerken aniden zincir ve havlama sesiyle irkildim. Sol tarafta köpek bağlıydı; iki adım daha atmış olsam bacağımı kapacaktı. Biraz daha sağ tarafa geçtim. Köpeğin zinciri yetişmiyordu o tarafa. Köpeğin gözlerine baktım, havlaması kesildi. Parlıyordu gözleri ve büyük bir hırsla dişlerini sıkıyordu ama hiç havlamıyordu o andan sonra, sadece bana bakıyordu. Bir müddet ona baktım. Bu manzaradan rahatsızlık ve korku duyup hemen çaldım kapıyı.

İçeriden hiç ışık gelmiyordu. Bunun haricinde en ufak bir ses dahi yoktu. Daha sesli çaldım bu sefer kapıyı. Sağ tarafta kalan pencerenin perdesi bir an için kalktı ve bir kafa bana baktı sanki ama anlıktı bu olay. Emin olamadım. Pencere tarafına gidip bu sefer pencereye vurdum. “Hoca yolladı beni.” diyordum, “lütfen açın kapıyı.”. Sadece benim sesim yankılanıyordu ayın loş ışığında. Ne evden ne dışarıdan, nede köpekten en ufak bir ses gelmiyordu ve azıcık bir kıpırtı dahi yoktu. Pencereyi kıracaktım art arda vuruyordum cama. “Lütfen açın kapıyı!” diyordum.

Sonra hocamın söylediği şey aklıma geldi ve “Ene racül” dedim ard arda ama bu sefer bağırarak. Kapının kilit sesini duydum; hemen o tarafa gittim. Bir erkek çocuğuydu bu “Ama racül” dedi. Kafa salladım “Evet.” manasında. “İçeri gel.” dedi eliyle. Şöyl bir süzdüm; içerisi de karanlıktı. “Tamam.” deyip içeri girdim

ŞEYTANIRRACİM (uzun hikaye isteyenlere özel) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin