ŞEYTANIRRACİM 11

69 1 0
                                    

Atakan’a “Neden yandı bu kitap?” diye sordum. “Onlar gider şerleri kalır. İlelebet cedleri ve aileleri seni takip eder. Sadece seni değil, yedi ceddini de rahat bırakmazlar, bırakmayacaklar!” diyordu. Asla normal biri olamayacak mıydım artık? Bunu düşünmek çıldırmama hatta bir insanın kafasına sıkmasına bile sebep olabilir o anda. 

Bir rüya değildi; gerçeğin içindeydim ve beni asla bırakmayacaklardı. Muskalar ve okumalar işe yaramayacak mıydı? Ben onları yok etmeye çalıştıkça, daha büyük nefretle, onların ceddi beni takip mi edecekti? Yaşamanın ne anlamı vardı peki? İnsan değil bir meczup oluyordum. Belki artık gerçekle rüyayı ayırt edemeyecektim. Çünkü bundan kurtulamayanın sonu ya ölmek ya delirmek ya da cinlere biat etmekti.

Kitabı yakmayı teklif ettim Atakan’a. Kabul etmedi. “İşimize yarar. dedi. “Hayır, yakalım artık bitsin her şey.” dedim. “Kitabı yakınca her şeyin biteceğini mi düşünüyorsun?” dedi. “Bitmeyecek mi?” dedim; “Hayır.” dedi… Ortalığı temizledik topladık. Sonra odamda oturup muhabbete başladık. “Birader, senin bu konulardaki ilmi bilgin kısıtlı değil mi? dedim. “Tabii ki benden çok daha iyi olarak bu işleri bilen insanlar var kardeşim.” dedi. “Peki, niye hep senin dediğin oluyor? Kısıtlı bilginle onlardan ve soylarından nasıl kurtulacağız? Bu işlerden kim çok iyi derecede anlıyorsa ona gidelim, kitabı gösterelim.” dedim.

Kitap bahsi geçince gözlerini kaçırıyordu. Besbelli kitabı kendine saklayıp; kimsenin bilmemesini, ona ulaşamamasını istiyordu. “İşi daha da büyütmeyelim kardeşim. Kendimiz hallederiz. Her şey bu kitapta zaten. Onların da yapacağı, bunları okunaklı şekilde çevirmek. Kendimiz de tercüme edebiliriz.” diyordu. Cümlesini bitirince, direkt aldım elinden kitabı. Eğer en ufak bir hareket yapsa, diğer kolunu da ben kıracaktım. Hiçbir şey diyemedi.

“Yarın sabah ilk iş hocaya gideceğiz.” dedim. Hoca lafını duyunca yüzü ekşidi. “Ne hocası?” dedi. “Bir köyde yalnız yaşayan, çok bilgili bir adam var. Hem de ne zamandır ziyaretine gitmemiştim. Benim yüzümden daha doğrusu senin yüzünden çok iş aldı başına. Hem ziyaretine gidelim hem de kitabı gösterelim. Belki dermanımız ondadır.” dedim. Hiçbir şey diyemedi. Eşşek gibi gelecekti benimle. Sessizce oturuyorduk. Kitabı kapalı şekilde kucağıma aldım. Ben yatağın üzerinde oturuyordum o ise yerde oturmuş parkelere bakıyordu.

Bir müddet böyle oturduk lakin bir yorgunluk çökmüştü üzerime. Gözlerim ağır ağır kapanırken anahtar sesiyle uykum açıldı. Annem ve babam gelmişti. Onların birazcık da olsa normalleştiğini görmek en büyük mutluluktu benim için. Odanın kapısını çaldılar. Derhal kitabı yorganın altına sakladım. O sırada bir sürü soruyla uğraşmak istemedim. “Ne yapıyorsun gece gece o günlükle?” diyeceklerdi. Sonra kalkıp kapıyı açtım. Yüzüme sahte bir gülümseme takındım. Onlar da da sahte bir gülümseme vardı ama benimki kadar sahte değildi. Muhtemelen bunun sebebi iyiye gidiyor olduğumu, normalleştiğimi düşünmeleriydi.

“Nasılsın oğlum? dedi annem. “İyiyim anne. Muhabbet ediyorduk Atakan’la.” dedim. Babam, Atakan’a ters ters bakıyordu ama hiç ses etmedi. “Hadi oğlum; siz muhabbet edin, istediğiniz bir şey varsa yapayım?” dedi annem. “Sağol anne. yatarız birazdan zaten.” dedim. “Tamam oğlum. İyi geceler size.” dedi ve odadan çıktı. Onlar çıktıktan sonra da hiç konuşmadık Atakan’la. Gözlerim yine yavaş yavaş kapanıyordu ama kapanmamalıydı  zira yanımdaki adama hiç güven olmazdı. Bu düşüncelerle zihnimi açık tutmaya çalışıyordum. Uyumamalıydım… Ancak geçirdiğim günlerin ağırlığı ve uykusuzluğu daha ağır bastı, bayağıdır rüya görmüyordum. 

Uyandığımda çok güzel bir gündü. İçerisi güneş ışığıyla doluydu. Yalnız… Bir tuhaflık vardı. Burası benim odam değildi; Hocanın eviydi! Kalktım yataktan. Birden aklıma Atakan’ın da benimle birlikte olduğu geldi. Atakan’ı aradı gözlerim ama yoktu. Dışarıya baktım; dağ manzarası vardı. Hiçbir canlı görünmüyordu yakınlarda. Yalnızca göğün açık mavisi ve ladin ağaçlarının koyu yeşilinin muhteşem ahengini görüyordum.

Arkamı döndüm; kimse yoktu. Odam ışıl ışıldı lakin odanın kapıdan çıkış yani antreye bakan kısmı zifiri karanlıktı. Oraya baktım gözlerimi dikip. Aralıksız bakıyordum, bakıyordum… Arkamdaki pencereye vurdular. Hemen boynumu çevirdim ancak kimse yoktu arkamda. Kafamı tekrar antre kısmına çevirmemle gelini görmem bir oldu. Yüzüyle yüzüm arasında 10 santim yoktu. Nefesini hissediyordum. Gözleri yere bakar vaziyetteydi. Sonra kafasını kaldırıp gözlerime baktı; alev alevdi. Ama kötülük gözükmüyordu. Ben öyle bir şey hissetmiyordum en azından.

Gözleriyle bana bakıyordu ama konuşmuyordu. İnsan suretinde sadece bakıyordu. Birden hocanın sesini duydum “Kurtar oğlum! Senin uğruna kaybolanı kurtar!” diyordu. Ses, hocanın odasından geliyordu. Oraya gitmek için antreye çıkmalıydım. Zifiri karanlığa doğru ilerledim. Hocayı bu sefer yalnız bırakmayacaktım. İlerledim o karanlığa doğru. Gelin önüme geçti. İzin vermiyordu gitmeme. Ama gidecektim; engel olamazdı bana, hocam yardım istiyordu çünkü. Gelini dinlemeyip girdim antreye. Kapkaranlıktı antre.

Hiçbir şey göremiyordum. Geline bakmak için arkamı döndüm. Odanın kapısı yoktu. Zifiri ve bomboş bir karanlıktı. Ayakta duruyordum. Gülüşmeler vardı. Arapça fısıldaşıp gülüyorlardı. Etrafıma bakıyordum sadece… Birden sol yanıma dönmemle hocamı görmem bir oldu. Karanlıkta bana bakıyordu. Gözlerinden kanlar akıyordu ama gülüyordu. Nefret uyandıran bir gülümsemeydi bu. Arapça konuşuyordu. Sesi çok az çıkıyordu. “Kurtulacağını mı sandın?” dedi.

Kocaman gözlerle ona bakıyordum ama konuşamıyordum. Arkamdan biri dokundu. Hemen döndüm; hocamdı yine. “Kurtulacağını mı sandın?” diyordu yine. Sesi boğuk boğuk ve sözleri Arapça’ydı. O anda aklıma ritüeller sırasında ezberlediğim şey geldi. Gözlerimi kapattım; bağıra bağıra okuyordum. Birden boğazımdan çamurlar akmaya başladı. Külle karışık bir çamurdu bu. Gülüyordu… Sadece o değil hepsi fısıldaşıp gülüyorlardı. Ben boğuluyordum ama onlar için zevkliydi bu.

Tüm gücümü toplayıp; hayatımda hiç bağırmadığım kadar yüksek sesle bağırdım. Kendi bağırmamın şiddetiyle uyanmışım. Yine bir kabus görmüştüm. Terler içindeydim. Saat gece 02:30 du. Atakan oturmuş bana bakıyordu. Kitap yanımdaydı. Kucağımdan düşmüş ama hala yanımdaydı. Atakan bana bakıyordu… Biraz kendime geldikten sonra “Niye uyandırmadın lan beni?!” dedim. “Ben de şimdi senin bağırtınla uyandım.” dedi.

Yalan söylüyordu; gözlerinden belliydi. Ben uyuduğumdan beri beni izliyor olmalıydı. O gece sabaha kadar hiç uyumadım. Sabah babamdan arabayı alıp, hocanın köyüne doğru Atakan’la beraber yola çıktık.

ŞEYTANIRRACİM (uzun hikaye isteyenlere özel) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin