ŞEYTANIRRACİM 9

78 0 0
                                    

Adam sordu “Kimin katili?” diye “…oğlu …’nın.” dedi. Her yeri kapalı odanın içinde bir rüzgar geziyordu sanki. Belki sadece bana öyle geliyor diye düşünürdüm bunu son zamanlarda gördüklerimden sonra ama mumların ateşinin bir o tarafa bir bu tarafa sallanması bunu kanıtlar nitelikteydi. Uğultular geliyordu. Duvarlarda zaten gölgeler hareket ediyordu. “Kanıtla eğer öldürdüyse!” dedi adam. “Kolye takan Ademoğlu çocuğumuzu öldürdü.” dedi.

Atakan’ın bana verdiği kolyeden bahsediyormuş meğer. Atakan denen şerefsizin kolyeyi bana vermesinin, içine benim resmimi koydurmasının sebebi buymuş. Adam bana baktı “Sen mi öldürdün?” dedi. “Hayır, bilerek ve isteyerek öldürmediğime yemin ederim.” dedim. Adam gözlerini tekrar aynaya çevirirken ağzımdan o cümle; pek istemeyerek de olsa çıktı. “Atakan yaptı bunu!” dedim. Atakan bana baktı. Gözleri kocaman olmuştu ama nefretle bakmıyordu bana. Sadece korkuyordu. Korktuğu ben değildim; çağırdığımızdı.

Adam Atakan’a döndü “Doğru mu bu?” dedi. Atakan hiçbirşey demedi. “Yalan” da demedi “Ben öldürdüm” de demedi. Adam “Hemen size verdiğim kağıtları okuyun tekrar.” dedi. Kendi de okuyordu ezbere. Okumaya başlayınca “Yalancı!” dedi çağırdığımız şerli. Adam aynanın üzerine iyice eğildi. Yüzü aynaya değiyordu. Bağıra bağıra okuyordu. Sadece “Yalancı!” diyordu çağırdığımız şerli.

O gün yaptığımız şey ve okudukla rımız, ona (gelen şerliye), çocuğun katilini vereceğimize dair bir çağırma şekliymiş, yoksa gelmezlermiş. Ondan dolayı adama “Yalancı!” diyordu çünkü katili vermeyi sözlerle taahhüt ediyor ancak çağırdığını geri yollamaya çalışıyordu. Bize de bu yüzden “Kağıtları okuyun.” diyormuş. Adam okuyordu, biz okuyorduk. Lakin sadece “Yalancı!” diyordu, gitmiyordu. Birden adam sustu. Birdenbire çenesi kilitlendi sanki. Aynaya yüzünü dayamış bağıra bağıra okurken, sadece aynaya bakıp susmuştu.

Biz çağırdığını tekrardan gönderdiğini düşündük; sadece adamın yüzüne baktık. O sırada ayna ince bir şerit halinde çatladı. Adamın elleri istemsizce hareket ediyordu. Sanki içinde biri vardı ve kollarını omuzlarının arkasına götürüyor gibiydi. Oturduğu yerden yere düştü. Kaskatı kesilmişti. Kolları omuzlarının arkasına gidiyor içinden biri ızdırap veriyordu. Çenesi öyle  kilitlenmişti ki dişlerinin gıcırtısı duyuluyordu.

Adam birden çığlık atmaya başladı. Alnında görünmez bir el, küllerle bir şey yazıyordu. Ağır ağır ve derinden yazıyordu çünkü çığlıklar bunu gösteriyordu. Ama o kadar derinden bir çığlıktı ki bu derece pislik bir adama dahi acıyorsunuz o anda. Biz çoktan okumayı kestik; olanları izliyoruz. Alnına yazdığı şey bitince gölgeler kayboldu, rüzgar yok oldu sanki. Kalkıp hemen ışığı açtım. Adam yerde hareketsiz yatıyordu. Atakan benden daha çok korkmuştu zira alnında yazan şeyi okuyordu. Biliyordu Arapça’yı, yazılan şey de Arapça‘ydı.

Atakan’a baktım. Adamın anlındaki yazıyı okuyordu. Ağzından çıkan kelime “ke-fe-re” idi. Ambulansı aradık. Kriz geçirmiş adam. İlk müdaheleyi yaparken hemşire “Bu yazı nedir?” dedi adamın anlını göstererek. “Bilmiyoruz. Tanıdığımız olur. Ziyarete geldiğimizde böyleydi.” dedik. Islak mendil ile sildi adamın alnını; bildiğin kül idi. Hastaneye götürdüler oradan. Yaşıyordu ancak o günden sonra düzelemedi. Ruh ve sinir hastalıkları hastanesindeydi en son. Hala orada mı bilmiyorum. Belki de yaptıklarının cezasını çekiyordu.

Bu karmaşanın ardından, çağırdığımız şerlinin hala gidip gitmediğini bile bilmiyorduk. Ne kadar nefret etsem de Atakan’a ihtiyacım vardı. Oturduk konuştuk. Son çare kalmıştı; her ne kadar bir insan öldürmek kadar günahsa da cinleri öldürmek yine de öldürecektik. Ama bu sefer Atakan’ın lafıyla hareket etmiyordum. Atakan’a, cinlerin çocuğunu ne zaman öldürdüğünü sordum. Kitapta bir ayin varmış, “… çocuğu öldürürsen onları kendine köle yaparsın” diye. Bu Atakan da hırsla onlardan birinin çocuğunu çağırmış. Sonra öldürmüş. Ama ters tepmiş. Ters tepmemesi imkansızdı zaten…

ŞEYTANIRRACİM (uzun hikaye isteyenlere özel) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin