"Bu kadar aydır birinden hoşlandığına ve benim bunu anlamadığıma inanamıyorum!" Donghyuck heyecanlı heyecanlı konuşurken Renjun keyfi kaçmış bir şekilde meyve suyunu içiyor, ona ters ters bakıyordu. Bunun kendisi ve tanrı arasında bir sır olarak kalması gerekiyordu.
"Eğer bunu birine söylersen seni önce bir filin altında ezdiririm, sonra başından aşağı erimiş metal dökerim, bununla da yetinmez küçük bir bıçakla yavaş yavaş keserek parçalara ayırırım." Büyük bir soğukkanlılıkla söyledikleri Donghyuck'un kanını dondurmuştu. Tarih dersinde öğrendikleri idam yöntemleri değil miydi bunlar? Nasıl hatırlıyordu hepsini?
"Sonuncusu 100 kesikle ölüm diye tanımlanıyor, hatırlarsan. İstersen sadece onu da yapabilirim. Tek başına seni acı içinde öldürmeye yeter."
"Anladım be! Kimseye söylemeyeceğim." Ofladı Donghyuck. Hiç de eğlenceli değildi bu. konuşacak başka bir konu olmadığından onu ikna etmeye çalışmaya başladı.
"Her neyse, bir adım atmalısın!" dedi Donghyuck.
Renjun meyve suyunu sakince kenara bırakıp ayağa kalktı, bir adım attı ve sonra yerine oturdu. Donghyuck boş boş baktı ona. Espri anlayışı iki yaşında çocuğunki kadardı.
"Ne yapacaksın o zaman? Ona söylemezsen hiçbir zaman bilmeyecek."
Renjun'un yüzü düştü. Meyve suyu kutusunu eline alıp bakışlarını kutuya dikti.
"Ben o bilsin, karşılık versin diye sevmiyorum ki. Sadece... seviyorum işte. Onu görmek beni mutlu ediyor. Bu bana yeterli." Buruk bir gülümseme belirdi yüzünde. Donghyuck bu gülümsemeyi daha önce çok görmüştü. Renjun'da değil, başkalarında ve bazen de kendisinde. Korku. Bu gülümseme korku içeriyordu.
"Sen reddedilmekten korkuyorsun. Bir daha onu uzaktan da olsa izleyememekten korkuyorsun." dedi Donghyuck anlayışlı bir sesle. Renjun yalandan güldü.
"Ben? Hah, benim öyle saçma korkularım olmaz. Hem neden reddedileyim?" Sessizleşti Renjun. "İki türlü de benim için kötü sonuçları olabilir. Reddederse, ki bu gerçekten de büyük bir ihtimal, bir daha onu izleyemem. Bu doğru. Ama olur da bana bir şans verirse ve... dışarıdan gördüğüm gibi biri çıkmazsa..?"
İç çekti Renjun. Aklındaki düşünceyi seviyordu o. Gördüğü birkaç dakika ile aklında kurduğu o insana hissediyordu bu duyguları. Gerçek Chan'ı tanımıyordu.
"Kafamdaki o mükemmel Chan'ın yok olmasından korkuyorum. Bu yüzden, uzakta kalmaya devam edeceğim. Yardımcı olmaya çalıştığın için teşekkür ederim." Renjun ayağa kalktı. Donghyuck'un yanındaki boş kola kutusunu da alıp kendi meyve suyu kutusuyla birlikte çöpe attı. Başka bir şey söylemeden oradan uzaklaştı.
Donghyuck ilk defa Renjun'un hassas tarafını görmüştü. Onu genelde insanları aşağılarken, aşk konusunu abarttıklarını söylerken görüyordu. Bu yanını görmek kendisini tuhaf hissetmesine sebep oldu. Zamanında arkasından 'duygusuz ineğin teki' dediği için vicdan azabı duydu.
---
Okuldan sonra otobüse binmiş her zamanki gibi kütüphaneye gidiyordu Renjun. Bugün gitmemeye karar vermiş olsa da ayakları ondan bağımsız hareket etmişti. Kendisini otobüsün içinde bulmuştu. Şansına bomboştu. Bir koltuğa oturup durağı gelene kadar kitap okumaya karar verdi.
Tahmininden kısa sürede vardı durağa. Düğmeye bastıktan sonra oturduğu yerden kalkıp kapıya yürüdü. Otobüs yavaşça durdu. Kapısı iki yana doğru açıldı. Renjun sırt çantasının askılarını sımsıkı tutarak otobüsten indi. Eve dönmek istiyordu. Ancak içten içe Chan'ı görmek zorunda hissediyordu. Ayakları onu dinlemiyor gibi hızlı hızlı hareket ediyordu. Renjun önüne bakmak yerine ayaklarına odaklanmıştı. Ne acelesi vardı ki? Niye bu kadar hızlı hareket ediyordu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
endless dream// nct dream x skz
Подростковая литература16 genç nasıl oldu da birdenbire bu kadar karmaşık bir duruma düştü? Fizik sorusu çözerken bile bu kadar zorlanmayan Renjun bunu anlamakta fazlasıyla zorlanıyordu. "Hepiniz bir avuç ergensiniz ve fazla değer veriyorsunuz. Ben kütüphaneye gidiyorum."