"Bir dakika... Doğru mu duydum? Felix seni görmeye mi geldi?" Dedi Seungmin şok içinde. Hyunjin uzun zamandır hiç olmadığı kadar canlı görünüyordu. Yüzünde bir gülümsemeyle bunu anlatırken o kadar rahatlamış görünüyordu ki Seungmin de sonunda rahat bir nefes almıştı.
"Bu çok ilginç... Ama şey, Felix'in yanına gelmiş olması ve seni affetmiş olması, Jaemin'i sevmediği anlamına gelmez. Yani baksana şunlara." dedi Han Jisung, metrelerce ilerideki çardağı göstererek. Felix ve Jaemin, diğerlerinden ayrı oturuyor ve kelimenin tam anlamıyla aşk yaşıyordu. Hyunjin dudaklarını birbirine bastırdı, başını çevirdi.
"Öyle olmasa bile. Onunla tekrar yakınlaşabilmem için önemli bir adım." dedi kararlılıkla. Bu onun mutluluğunu bozamayacak kadar küçük bir detaydı. Başını çardağa çevirip uzun uzun baktı ikiliye. Özellikle Jaemin'e. Onda gerçekten de abisini görüyordu. Yutkundu. Oturduğu banktan kalkıp çardağa doğru yürüdü. O yaklaştıkça içeridekiler tedirgin oluyordu. Varmasına birkaç adım kalmasına rağmen onu fark etmeyen ikiliyi dürtme görevi Renjun'a düşmüştü. Yanındaki kalemliği eline aldı, fermuarını iyice kapattığından emin olup sarmaş dolaş ikile fırlattı. Dikkatleri Renjun'a çevrilince, başıyla çardağın girişini işaret etti.
Felix iç çekerek ayağa kalktı. Onu affetmiş olması, kafasına estiğinde yanına gelebileceği anlamına gelmiyordu. Tam bir şey söylemek için ağzını açacaktı ki Hyunjin ondan önce davrandı.
"Jaemin, biraz konuşalım mı kardeşim?" Kolunu girişteki tahta direğe dayamış, diğer elini cebine sokmuştu. Bakışlarını herkesin yüzünde gezdirdi. Oyuncu veledin umrunda bile değildi, ötekilerin hayret içindeki ifadesi ise oldukça hoşuna gitmişti. Bazılarının ne hissettiği yüzünden anlaşılmıyordu. Mesela Renjun, kaşlarını çatmış Hyunjin'e bakıyordu. Jaemin yavaşça kalkıp giderken Renjun kolunu onun önüne doğru uzattı ve gitmesini engelledi.
"Ne istiyorsun Hyunjin?" dedi sert bir sesle. Orada bulunan ve onu tanıyan herkes bu tehditkar ses tonundan tırsmıştı. Renjun kaba kuvvet kullanmadan, yalnızca sesiyle bile insanları korkutabilirdi.
"Sadece biraz konuşmak, özür dilemek. Onu yine döveceğimden mi korktun?" dedi Hyunjin alaycı bir gülümsemeyle. Renjun ayağa kalktı. Jaemin'i kolundan tutup peşinden çekiştirerek çardaktan çıkardı.
"İyi, ben de geleceğim. Duyalım bakalım özrünü." Gözlerini Hyunjin'in gözlerine dikti. Yanındaki Jaemin kolunu kurtarıp ona kısık sesle sordu.
"Yah... ne yaptığını sanıyorsun inek?"
"Bir daha dayak yemene göz yummayacağım, aptal." Sonra Hyunjin'e baktı, kısa bakışın ardından yürümeye başladı. Jaemin ne olduğunu anlamasa da onu takip etti. Hyunjin kafası allak bulak olmuş halde dikilmeye devam ediyordu. Renjun yavaşlayıp arkasını döndü, geri geri yürürken ona seslendi.
"Dilecek bir özrün olduğunu sanıyordum?!"
Hyunjin yutkundu. Aklındaki şeyleri Renjun'un yanında söylemezdi ki. "Sen niye karışıyorsun Renjun-ah!" diye bağırırken koşar adımlarla yanlarına geldi. Ensesini kaşıyıp Renjun'a kaçamak bakışlar attı. Onun, Jaemin'i hiç umursamadığını sanıyordu.
Zavallı geride kalanlar zilin çalmasıyla toparlandı. Jisung oyununu cebine atmış, az önce ne yaşandığını Jeongin'den dinliyordu. Küçük olan bir yandan da Felix endişelenmesin diye uğraşıyor, onu sakinleştiriyordu. Donghyuck ise her zamanki gibi ses ayarını en yüksek seviyeye ayarlamış, Chenle'ye bir şeyler anlata anlata yürüyordu. O sırada çilekli sütünü içmekte olan Han Jisung ve Seungmin de sınıfa gitmek için ayaklanmıştı. Birkaç saniyeliğine Seungmin ve Donghyuck göz göze gelince, gürültülü olan sustu. İkisi de kaşlarını çatıp başını çevirdi.
"Iy, şu çocuktan nefret ediyorum." dedi ikisi de aynı anda. Donghyuck ve Seungmin'in arasında uzun zamandır bir soğuk savaş havası vardı.
"Neden ki?" diye sordu yanlarındaki, onlara kıyasla daha kısa olan, arkadaşları Chenle ve Jisung.
"Çünkü o çok gürültülü." diye açıkladı Seungmin. Yüksek sesten ölümüne nefret ederdi ve Donghyuck her zaman sanki bir diskoda son ses müzik eşliğinde arkadaşıyla iletişim kurmaya çalışıyor gibi konuşuyordu.
"Çünkü hep somurtuyor." dedi Donghyuck. İnsanları mutlu etmek çırpınan biri için her daim somurtan biri kabus gibi bir şeydi. "Her neyse. Boş verelim onu. Doyoung hyung dün neden gelemedi biliyor musun?" diye konuyu değiştirdi.
"Finalleri varmış sanırım. Bir hafta kadar gelmeyecekmiş. Annem öyle demişti."
"Oh, pekala. Küçük ninja ile tek başıma oynayabilirim." dedi Donghyuck gülümseyerek. Son zamanlarda vaktini Doyoung hyunga yardım ederek -yani Chenle'nin kuzeni Saeho ile oynayarak- geçiriyordu. Hem çocukları sevdiğinden, hem de Doyoung hyung eğlenceli olduğundan yapıyordu bunu. Onunla geçirdiği vakit her nasılsa akıp gidiyordu. Yüzü düştü.
Chenle bunu fark etmişti. İyi olup olmadığını sormak üzereydi ki Jeno'yu gördü. Ona seslenip el salladı. Jeno günün ilk derslerini kaçırmıştı. Koşarak yanlarına geldi ve sınıfa girmeden onlara yetişti.
"Hey, ne oldu? Niye geciktin?" diye sordu Chenle.
"Yanlış otobüse bindim. Sonra kayboldum." Nefes nefese açıkladı Jeno. Bildiği bir yere gidiyor bile olsa kaybolmayı kolayca başarıyordu. Aynı durum bir şeyleri kaybetmek için de geçerliydi.
"Eh, ilk kez kaybolmadın sonuçta. Kaç oldu bu? 8 mi?" diye şakayla karışık sordu Donghyuck Chenle'ye. İkilinin dalga geçmeyi en çok sevdiği şeylerden biriydi Jeno'nun kaybolmaları.
"Evet. Okula kaybolduğun için geç kaldığın 9. seferin." İkili onunla dalga geçmenin verdiği keyifle güldü. Jeno bunu dert etmeyip onlara katıldı. Gerçekten gülmeye ihtiyacı vardı. Sınıfa giderken onlara nasıl otobüsü karıştırdığını, havalı görünmek için kitap okurken bir süre sonra yanlış otobüste olduğunu fark ettiğini anlattı. Donghyuck'un kahkahası yeri göğü inletirken Chenle yunus gülüşüyle ona eşlik etti.
-----
neden herkes ilk bölümleri okuyup birakiyor
ŞİMDİ OKUDUĞUN
endless dream// nct dream x skz
Teen Fiction16 genç nasıl oldu da birdenbire bu kadar karmaşık bir duruma düştü? Fizik sorusu çözerken bile bu kadar zorlanmayan Renjun bunu anlamakta fazlasıyla zorlanıyordu. "Hepiniz bir avuç ergensiniz ve fazla değer veriyorsunuz. Ben kütüphaneye gidiyorum."