Sırtındaki rozetlerle süslenmiş çantası ve üzerindeki pembe sweatshirt'ü koridordaki bütün öğrencilerin dikkatini çekiyordu. Jeongin okuldaki en cıvıl cıvıl, renkli öğrenci olabilirdi. Birinci sınıflar arasında bunu düşünmeyen birini bulmak imkansıza yakındı. Kulaklıklarını çıkarıp dikkatsizce cebine sokuşturdu. Sınıfına girmek üzereydi ki biraz ilerisinde ağır adımlarla yürüyen Hyunjin'i gördü. Küçük olanın güneş gibi ışıldamasına kıyasla tamamen karanlık bir havası vardı. Etrafındakilere yaklaşmayın, bütün gece uyumadım ve karşıma çıkan herkesi duvara yapıştıracak kadar agresifim diyordu gözleriyle. Tabii Jeongin arkasında kaldığı için bu bakışı görmüyor, haliyle de umursamıyordu. Yanına yaklaşıp gülümsedi.
"Günaydın Hyung! Nasılsın?" Onun bu neşeli tavrına karşılık Hyunjin sadece boş boş baktı. Gözlerinin altındaki çukurlar neredeyse kalıcı hale gelecekti ve herkes ona panda demeye başlayacaktı. Yanındaki mutluluk timsali çocuk hariç. O yüksek ihtimalle panda hyung diyecekti. Elindeki çikolatalı sütten pipet yardımıyla bir yudum aldı.
"Anladım. Demek gece uyuyamadın, yine. Bu sefer niye?" dedi küçük olan. Bir sohbet başlatmak için bu kadar istekli olması Hyunjin'i yoruyordu. Ağız tadıyla depresyon yaşatmıyordu insanlar.
"Ders çalıştım." diye cevap verdi. Yalan değildi. Artık uyuyamadığı zamanı ders çalışarak geçiriyordu.
"İnek mi olacaksın sonunda? Vaay... Ben de inek olmaya başlasam mı? Aslında güzel olur. Ama o zaman arkadaşlarımla dışarı çıkacağım zamanı ders çalışmak için kullanmam gerekir. Bunu istemiyorum, vazgeçtim."
"Jeongin. Bak orada Seungmin var. Hadi biraz onun başını şişir." dedi Hyunjin bıkkınlıkla. Onu sevmediğinden değildi. Yalnızca zavallı duyu organları için fazla parlak ve konuşkandı.
"Oh! Tamam Hyung! Sen de sınıfına gidip dinlen, tamam mı?" Jeongin gülümseyerek onun elindeki çikolatalı sütü kaptı ve Seungmin'in yanına koştu. Yalnız başına geliyor olması tuhaftı. Elini sallayarak dikkatini çekmeye çalıştı. Sonunda dalgın dalgın yürüyen Seungmin onu görmüştü.
"Jisung hyung yok mu?" diye sordu yanına varınca. Onu durdurup koridorun duvar kenarına doğru çekti, böylece konuşarak yürümek zorunda kalmayacak ve başkalarını geçmesine engel olmayacaklardı.
"Kantine uğradı. Birazdan gelir." Geldiği yöne doğru baktı. Büyük ihtimalle karar vermekte zorlandığı için birkaç dakika geriden geliyordu. Seungmin ışık saçan çocuğa dönüp sordu.
"Senin Jisung'tan ne haber? Çıkıyor musunuz artık?"
Jeongin donakalmıştı. Çıkmak? Jisung'la? Neden? "Hayır. Neden öyle dedin hyung?"
"Ondan hoşlandığını anlamadı mı daha? Kalın kafalı bir şey herhalde. Açık açık söyle bence." Seungmin böyle konuştukça Jeongin şoklara giriyordu. Neyi söyleyecekti? Söyleyecek bir şey yoktu ki?
"Ben ondan hoşlanmıyorum Seungmin hyung. Arkadaşız." diye açıkladı Jeongin. Etraftakilerin duyabileceği kadar yüksek sesle konuştuğu yetmezmiş gibi bir de üstüne yanlış anladığı bir konudan bahsediyordu.
"Niye onunla yakınlaşmak için bu kadar uğraştın o zaman?" dedi Seungmin sırıtarak. Sanki ona kendisinin bile fark etmediği bir gerçeği kabul ettirmeye çalışıyordu. Ancak unuttuğu şey Jeongin'in kimseden hoşlanamayacak kadar küçük olduğuydu. Hoşlansa bile bunu anlayana kadar liseden mezun olurdu.
"Çünkü Jisung'un iletişim kurmasında problemleri var. Bu yüzden ben... ona yardım etmek istedim." Kurduğu ilk cümlenin ne kadar devrik olduğunu fark etmemişti bile. Gözleri dolmak üzereydi. O sadece kocaman bir kalbe sahip, neşeli bir sınıf arkadaşıydı. Tek istediği, sınıfın bir köşesinde yalnız başına oturan Jisung'un eğlendiğini görmekti. Sahiden öyle miydi?
"Kendi iletişim problemlerine yoğunlaş bence. Cümle kuramıyorsun." Güldü Seungmin. Küçük çocuk pek de küçük olmayan eliyle koluna vurdu. Kaşlarını çatmış, dudaklarını hafifçe büzmüştü. Sinirlenişi bile sevimliydi. Tabii kolu acıyla sızlayan Seungmin böyle düşünmüyordu. Ona ters ters bakıp başını çevirdi. Koridorun ucundan yavaş yavaş yürüyerek gelen Jisung'u gördü. Çocukluk arkadaşı her zamanki gibi kollarının arasında sayısız paketli yiyecek taşıyordu. Tahmin ettiği gibi seçememiş, haftalık harçlığını yeni almış olmanın getirdiği rahatlıkla -daha doğrusu zenginlikle- hepsini almıştı.
"Jisung!" Seungmin seslendi. Tuhaftır ki biraz önünde, çaprazında yürüyen çocuk da başını oyunundan kaldırmıştı. İkisi de Seungmin'e bakıyordu. Çok şükür oyuncu Park Jisung'un bakışları, Seungmin'den Jeongin'e geçmişti. O tuhaf, utanç verici iki saniyeyi unutmak için can atıyordu Seungmin.
Han Jisung adımlarını hızlandırıp çocukluk arkadaşının yanına geldi. "Bir tanesini seçebilirsin." diyerek kollarının arasındaki yiyecekleri gösterdi bakışlarıyla. Seungmin hepsini tek tek inceledi, Jeongin de hyunguna eşlik etti sütünü içerek. Sonunda hindistan cevizli keke karar verip onu almıştı ki yanındaki bücür tch tch diye onaylamadığını belirten sesler çıkardı.
"Ben olsam şuradaki kuruyemiş barlardan bir tane alırdım. Sabah sabah enerji verir."
Seungmin burnundan soluyarak ona döndü. "Ne zaman ne yiyeceğimi sana sormayacağım velet." Keki aldı ve paketini açıp gözünün içine bakarak kocaman bir ısırık aldı. Han Jisung göz devirdi.
O sırada yanlarına ulaşmış olan Park Jisung hafifçe eğilip büyüklerine selam verdi. Hepsinden daha uzun olan fakat yaşça en küçükleri olan Jisung, Jeongin'den azar yiyordu saygılı olmayınca.
"Günaydın Seungmin sunbae, Jisung sunbae." Daha sonra Jeongin'e döndü. "Bu çok utanç verici ve saçma. Ayrıca sana hyung demeyeceğim. Dün gece uzun uzun düşündüm. Bu çok daha saçma."
"Hala buradayız Jisung-ah." dedi Seungmin dikkatini çekmek için. Yüzünüze saygılı bir şekilde günaydın diyen birinin saniyeler sonra böyle şeyler söylemesini beklemezdiniz. Özellikle gözünüzün önünde.
"Pardon. Bu olaydan nefret ediyorum da. Benden iki sene önce doğdunuz diye niye size saygı duymam gerekiyor anlamıyorum." dedi sanki çok basit bit şey söylüyormuş gibi. Karşısında duran iki büyüğü neredeyse eziliyordu karşısında.
"Boş ver bunu da, boyun kaçtı senin Jisung?" diye sordu Han Jisung. Kendisinden epey uzun olan adaşının boyunu merak etmişti.
"180 cm. 6 ay kadar önce ölçtüm."
"Hadi artık sınıflara gidelim, hm?" Han Jisung'un düşen yüzünü görünce Seungmin olaya el atmaya karar vermişti. Elini onun omzuna koydu ve sınıfa doğru neredeyse çekti.
"Sorun değil, sen şirinsin. Kendini Park Jisung'la kıyaslama." diye fısıldadı kulağına.
"Ben 169'um. 170 bile olamadım. 169..." diye mırıldandı asık bir suratla. Seungmin onu sırasına oturtup yiyecek paketlerini açarak onu doyurmaya, mutlu etmeye çalıştı.
Koridorda kalan ikili ise yavaş adımlarla sınıflarına ilerledi.
"Çikolatalı süt? Sabahları bir şey içtiğini ilk kez görüyorum." dedi Jisung.
"Hm? Ah, bu mu? Hyunjin hyung'tan çaldım." dedi ve pipeti ısırmaya başladı.
"Hey, senin hiç... hoşlandığın biri oldu mu?" diye devam etti Jeongin. Cevabı biliyor olmasına rağmen onun söyleyip söylemeyeceğini merak ediyordu.
"Hmhm. Bir kere oldu." Ellerini cebine sokup bakışlarını ayaklarına odakladı Jisung. Bu konuda konuşmaktan hoşlanmadığı belliydi. Yine de Jeongin bir denemek istemişti.
"Pekala... Ben daha önce kimseden hoşlanmadım. Nasıl bir his bilmiyorum." Kısık sesle söylemişti, Jisung'un duymamış olması muhtemeldi.
Bunun üzerinde bir süre sessizlik oldu. Jeongin bu sessizliği sevmemişti. Garip hissettiriyordu. Sessizliği dağıtmak için izlediği dizinin yeni bölümünü anlatmaya başladı.
----------
1000 kelimelik boş bir geçiş bölümüüüüüüüüüüü
niye böyle oldu bilmiyorum benim suçum değil özr dlrm
bundan sonra bölümleri okunmaya ve yorumlara göre atacağım :) çünkü sanki gereken ilgiyi görmüyor gibi geliyor üzülüyorum
ŞİMDİ OKUDUĞUN
endless dream// nct dream x skz
Teen Fiction16 genç nasıl oldu da birdenbire bu kadar karmaşık bir duruma düştü? Fizik sorusu çözerken bile bu kadar zorlanmayan Renjun bunu anlamakta fazlasıyla zorlanıyordu. "Hepiniz bir avuç ergensiniz ve fazla değer veriyorsunuz. Ben kütüphaneye gidiyorum."