Qu'est-ce que tu as?

1.1K 87 20
                                    

Doyoung Jisung'a baktı.

Gözlerini dışarıya öylece bakan çocuğa dikti.

Saniyeler dakikaları kovalarken, ki Jisung hala izlediğinin farkında değildi, Doyoung çocuğu inceledi.

Dalgın görünüyordu.

Gözlerinin altı morarmıştı, oldukça zayıflamıştı. Dolgun dudakları haricinde, vücudunda normal olan hiçbir şey yok gibi görünüyordu.

Zayıflıktan elmacık kemikleri belli olurken, dizine sardığı kollarına götürdü bakışları.

Doyoung yemin edebilirdi, çocuğun bileğini serçe ve baş parmağıyla saracağına yemin edebilirdi.

Jisung bir deri bir kemik kalmıştı.

Doyoung, onu en son ne zaman bu denli incelediklerini düşündü. Kendi hüzünlerinde, ona olan kırgınlıklarında boğulup, gözlerini kapatırken çocuğa, tamamen vazgeçmişlerdi küçük olandan.

O, onlar için artık ailelerinin en küçük ama en olgun çocuğu değildi, Jisung uzunca bir süredir onlar için sıradan bir iş arkadaşından fazlası değildi...

Bundan mütevellit ona hiç bu gözlerle bakmamışlar, küçük olanın eriyip bittiğini görmemişlerdi.

Doyoung, çocuğu incelemeye devam etti.

Hasta gibi görünen bedeninde, ki zaten gripti ama, hiçbir sorun yoktu aslında. Doyoung asıl sorunu gördü.

Jisung'un dalmış gözlerini, her an ağlayacakmış gibi görünen, ama her daim ukalalıkla gülümseyen dudaklarını, verdiği kilolar sebebiyle belirginleşmiş yanaklarını, kasılı duran çenesini, ağır ama derince aldığı nefeslerini...

Jisung ne düşünüyor, merak etti. Onu bu denli uzaklara götüren şey neydi? Onu bu kadar gerçeklikten kopartan, dünyayla arasına mesafe koyup düşüncelerinin arasına karışmasına neden olan neydi?

Doyoung tekrar düşündü, stajyerlik döneminde onu ilk gördüğü zamanlarından itibaren bütün anılarını taradı.

Jisung'u böyle gördüğü tek bir zaman aradı...

Bulamadı.

Jisung, şu an karşısındaki çocuk, onların tanıdığı şen şakrak kardeşleri değildi.

Peki şu anki Jisung kimdi? Şu anki Jisung ne düşünüyordu? Şu anki Jisung neler yaşıyordu içinde? Neyi vardı?

Etraflarındaki herkesin, bir yerlerde bir şekilde acı çektiğini, herkesin kendi sularında çırpındığını bilen Doyoung için, bu sorular Jisung tarafından cevaplanması gereken sorulardı.

Onu anlayabilmeleri için, cevaplaması lazımdı...

Tam ağzını aralamışken, kapının girişinde, elindeki iki plastik tabağı her an düşürmeye hazır duran, ruhu çekilmişçesine onlara bakan Kun'u fark etti.

Fark ettiği an, en yakın arkadaşının, yaşıt olmalarının verdiği bu fırsata minnettardı ikisi de, bakışlarından bir şeylerin yanlış olduğunu anladı.

Kun, dokunsan ağlayacakmışçasına dikilirken, Doyoung'la göz göze geldi.

Kafasını iki yana salladı, Doyoung onca mesafeden fark etmişti gözlerinin dolduğunu.

Erkek adam ağlar mıydı?

Ağlardı. Ağlamaz diyen kim varsa halt etmişti.

İnsan, ağlamaya programlanmış bir makine gibiydi. Özelliği buyken, sen ondan aksi davranmasını istersen bozulurdu.

Erkekler de ağlardı.

Kun, bakışlarını Jisung'a dikti, dudaklarını ısırdı. Kafasını yere eğip birkaç kez yutkundu.

Şu an olmazdı, henüz olmazdı...

Jisung'un önünde olmazdı.

Kafasını kaldırdığı an, en anaç, bir o kadar da acı dolu gülüşünü gördü -bu gülüşün ayrıntısını yalnızca onu çok iyi tanıyan Doyoung anlayabilirdi.-

Kun, elindeki tabakları, titreyen ellerine rağmen dökmemeyi başararak yere koydu.

Jisung hala uzaklara bakıyordu, nefes almasa ölü zannedebileceğiniz donuklukta, varlıktan uzaktı.

Kun, ilerleyerek Jisung'un yan tarafından uzandı, iki kolunu çocuğun sol tarafında birleştirip sıkıca çocuğu kendisine çekerek sarıldı.

Jisung bu harekete tepki bile vermedi. O kadar uzun süre dalmış birisine aniden sarıldığınızda, refleks olarak o kişi sıçrardı, korkardı.

Fakat Jisung, hiçbir şey hissetmiyorcasına durdu, tepki vermedi, korkmadı, itmedi, sarılmadı, kendisine sarılan Kun'a hiçbir şey yapmadan bakışlarını öylece kendilerini izleyen Doyoung'un gözlerine dikti.

"Jisung-ah, ben seni affettim biliyor musun? İstersen beni öldür, umurumda değil. Yine de sana kızmayacağım, kin tutmayacağım, ve seni hep, ilk zamankinden birazcık bile eksilmeden seveceğim."

Kun'un sözleri, boş odada yankılanıp aynı kulaklardan tekrar tekrar içeriye doldu.

Jisung'un kaşları çatıldı. İtmek için Kun'u tuttu, itemedi.

O itmeyi denedikçe, Kun daha sıkı sarıldı. Zaten zayıflamış olan bedeni gram güç barındırmıyorken, hiçbir etki etmedi karşıdakine.

"Senden nefret etmeyeceğim. O yüzden her ne halt yiyorsan dur artık. Diğerlerine söker belki bu tavırların, ama benim umurumda değil. Senden nefret etmeyeceğim, asla. Ölsen de, ölsem de, ölsek de, yaşasan da, yaşasam da, yaşasak da..." Kun konuşurken, Jisung dudaklarını dişledi.

Kollarını indirip, büyük olanın kendisine sarılmasına izin verdi.

Anlayamıyordu, neler oluyordu?

Sun (JaeSung) ✅Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin