Harika bir ilk gündü gelir gelmez kalas sıra arkadaşımı kaybetmiştim ve sapık gibi altı ders Aytekin'in çapkınlıklarını izledim. Sıkılmıştım, teneffüs zili çaldığında uyumak için çantamı başımın altına aldım. Bunu fırsat bilen kız yanıma geldi. Bu kız yandan ışık alınca mı güzeldi yoksa yakından biraz çirkin miydi? Aytekin'in de kafasında bu soru olduğu belliydi, ceylan avlamaya çıkıp aslana yem olmuştu resmen. Zaten kız güzellikte bir numara dahi olsa, Aytekin yanına gelen ve fethini gerçekleştirdiği kızlara bir daha yanaşmazdı. Çapkındı ama hayali Katerina hariç hiç sevgilisi olmamıştı. Kızlara güvenmez asla gönlünü kaptıracak kadar samimi olmazdı çünkü gönlünü kaptırdığı ilk kadın olan annesi oğlunun onu tanımaması uğruna kalbinden kaçmış geride göz yaşartan anılar hariç hiç bir şey bırakmamıştı. İki oğlu ve eşi hariç... Kız elini uzatarak Aytekin'e:
- Hülya, dedi. Aytekin salak salak bakıyordu anlamadığı her açıdan belliydi, bir anlık hayal kırıklığıyla ve her zamanki dobralığıyla:
- Makyajsız hali mi, diyerek manalı bir bakış attı. Kızı fena kırmıştı ama bu dobralık da ona annesinden kalmıştı. Yalanlar gün yüzüne çıkınca doğrulardan az acıtırdı belki ama en az onun kadar iz bırakırdı. Kız uzaktan sağlam avdı ama Aytekin'e yanaşınca onun gözünde Hülya Avşar'ın makyajsız halinden farkı kalmamıştı. Bazen çok iticiyiz kabul ama biz ancak kendimizi kandırmak için yalan söyleriz. En büyüğü de iyiyim kelimesi ya da kendimi seviyorum egoistliği. O kızın tipinden daha çok kendimi sevmiyordum ama sadece insanlara fazla bağlanmayınca mutlu oluyordum. Annemin ölümünden ben de bu dersi çıkarmıştım. Kız zil çalınca öfkeyle yerine gitti, arkadaşlarına sinirle olanları anlatsa da onların umurunda bile değildi. Hepsi arkamdaki yakışıklıları kesmekteydi.
Sonunda son dersti, sınıf hocamız erkek ve gayet yakışıklıydı. Keşke edebiyat öğretmeni olsaydı. Ama ilk ders tanıştığımız Özkurt hocayla tip anlamında alakaları yoktu:
- Evet, yeniler ben sınıf öğretmeniniz Kenan Vural. Aynı zamanda felsefe hocanızım. İlkokul bir gibi bugün aranızda ve benle kaynaşmanız için yapmam gerek bir tanıştırma var zaten, o yüzden oturma düzeninize karışıp harfleri öğretecek kıvama getirmeyeceğim. Bu arada ben seçim yaptırmam seçerim. Yaptığınız tanıtmaya göre başkan, yardımcı ve temsilci belli olacak. Lafı uzatmaya gerek yok bir an önce yaşımıza göre davranmak istiyorum. Bir kişi yok diyor kimin yanında oturuyordu, diye sorunca mecburen elimi kaldırdım:
- Ben ama bana bir şey demeden gitti, deyince hoca aynı o kalas gibi:
- İsabet olmuş kimse kimseden sorumlu değil, o çocuğa dersin başkan o sen de yardımcısı. Şu ilk derste geç kalanlar kimse ayağa kalksın, kızım sen otur artık demesiyle kendime geldim, ayağa kalktığımın farkında olmasam da ayakta olması gerekenlerden biriydim:
- Ben de onlarlaydım, deyince Kenan hoca minik bir güldü:
- Seçimlerimi sorgulamaya başladım, peki şiiri okuyup Öztürk hoca yerine geç demesine rağmen devam eden artist kim, deyince Çelebi el kaldırdı:
- Bendim ama bu davranışım için hocadan özür dilememi ve ya tutanakta pişmanlığımı belirtmemi istemeyin çünkü bu benim ve şiiri yarı da kesseydim tamamlamamı istemesini beklerdim, dedi. Hoca güldü kafasıyla tebrik etti:
- Otur temsilci, dediğinde resmen onu bu davranışı için ödüllendirmişti. Felsefe dersleri kesinlikle mükemmel geçecekti. Kenan hoca:
- Siz üçünüz kaç yaşındasınız? Ayto hava atacak konuyu buldu mu kaçırmazdı:
- 19 hocam, deyince hocanın nedenini sormasını ve Ayto'nun tüm detayları anlatmamasını beklerdim ama zil çaldı, Kenan hoca hiç bir şey demeden çıktı. Ben de çantamı toparlayıp kızlar bizim iki deliyi gözleri ile bitirmeden yanlarına gittim. Bana uyuz oluyorlardı, onların gözünde bir aşk üçgeni vardı aramızda. Ama kardeşine yürüyecek bir ahlaksız değildim, tam tersi aşılmasına asla izin vermeyeceğim kural dağlarım vardı. Ne Ferhat ne de iş makineleri hiç birinin o dağları delmeye gücü yetmezdi. Benim de neydi bu son günlerdeki ünlü isimi takıntım...Kafeye doğru yürürken arkamızdaki iki kız Çelebi ile Aytekin'e seslendi. Aytekin Çelebi'ye "hadi lan bekliyorlar" anlamında bir işaret yaptı. Çelebi kolunu omzuma attı:
- Hani sana yüz verdiklerinde hislerin kaçıyordu?
- Hissim var mı da bu sefer kaçsın? Ama doğru cool olmak lazım, dedi. Çelebi gibi o kas yığını kolunu omzuma atacaktı ama taşıyamayacağımı anlayıp:
- Gel kız buraya ayol, diyerek koluma girdi. Arkama bakmama gerek yoktu kızlar aralarındaki dedikoduyu duymam için yüksek sesle söylemişlerdi. İlk başta dediği ismi duyamadım ama:
-... Yanından kaçırdığı yetmiyor bir de okula iki manitasıyla birden gelmiş pabucumun hanımefendisi. Onları takacak durumda değildim. Bir an önce kafeye geçtik. Mithat abi biraz yoğundu Aytekin güzel kadınlarla ilgilenmede Çelebi ise kasada yardım etti. Bana iş kalmayınca kahvemi aldım ve klasik yerim hariç bir masaya oturmaya kalktım. Mithat abi:
- Kızım orası olmaz sen yerine gitsene, deyince başka bir masaya yöneldiğim anda alarm gibi:
- Mısra birincisi orası rezerve ve ikincisi yerin değil deyince bir dizi sahnesini canlandırmayı denedim:
- Neresi ki bizim yerimiz abi, nereyi yer bilsek oradan kovulmadık mı, dedim. O sırada " Burası. " deyince kollarını açtı sandım, ona doğru koşarken iyice alışan ayaklarımın fark etmeden beni onun masasına getirdiğini anladım. Sinirle:
- Masacılık mı cidden bu numaraya tav olacağımı düşündüysen bak beynin orada, nimet o ezerler al istersen deyip çekip gitmek istedim. Elindeki sigarayı atıp bileğimi sıkıca tuttu:
- Ne bu siz kızların -cılık sevdası. Ayrıca ben bir şey yapmadım sen buraya geldin. O akşam fark edememiştim ne içtiğini, Çelebi sinirli bir tavırla "Açık çay her zamankinden" dedi. Ama bunu derken hayalinde çocuğun ağzını burnunu kırdığı belliydi. Hemen karşısına geçip lafa girdim:
- Yanında oturmamı istemiyorsan söyle Ayto'ya der başka yere geçeriz, dedim. Cevap olarak "iyi olur" demesini beklerken o:
- O yüzden gitmedim, dedi peki o zaman neden gittin be adam? Bu ne gizem sevdası, düzgünce bir cevap versen ölür müsün? Diyemeyeceğim için ona:
- Peki, neden gittin, dedim tekrar bir sigara çıkardı dudaklarının arasına alıp yaktı. Garip o gün masa da ne kül tavlası vardı ne de havada bir duman. Ya yeni içmeye başlamıştı ya da...
- Birini önce üzüp sonra gözyaşında boğuldun mu? Ya da acı çektirip kendinden nefret ettin mi? Bu sorulara senin cevabın hayır.
- Peki ya senin, deyince derin bir iç çekip sigarasını yarıladı:
- Her gece sevdiğim insan benim yüzümden ağlıyor, benim yüzümden acı çekiyor buna son verip gidebilirim ama o zaman da onun o güzel yüzünü göremeyerek kendime işkence edeceğim. Sen buna bencillik dersin ben ise aşk...
O her gece mi dedi? Yoksa benim baş belası seslerimin sahibi miydi? Yok artık imkansız daha neler kızım senin rüyalarına nasıl girebilecekti hem adam bu okulda tanınan biriydi ama senin lanetin olsa baban ölmeden önce var olmaması gerekirdi:
-Her gece derken...
- Geceleri insan yalnızdır. Yorgunluktan insan savunmasızdır. Bunu fırsat bilen üzüntüler insanın üstüne çullanır. Can yakar can alır. Başka soru sorma, deyince kalkmaya yeltendim bileğimden tutup " Yanımdan da kalkma. " deyince o haline üzülüp yanında kaldım. Bileğimi elime çok yakın tutmasından etkilenmeliydim ama sevdiği biri varken bunu aklımdan bile geçiremezdim.
- Kalbimi zaten o kilitli kafesten çıkaramazdım. O kadar çok yaralanmıştı ki bir darbeye daha dayanamazdım... –
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölü Şehir
Teen FictionNe ki bu siyaha olan öfkemiz? En kötü günlere kara deyişimiz. Halbuki en çok beyaz üzer bizi. Kayıplarımızın beyazlara bürünüp dünyamızı bile terk etmesi. Beyaza giden insanın siyah ile tutulan yasları. Aniden gelen inatçı aşkları... -Kaç kişiyi kay...