Uzun zaman sonra kendimde Arya ile konuşacak cesareti bulmuştum. Ona hiç bir zaman iç sesim gözü ile bakamıyordum. O kadar ayrı bir kafaydı ki, ona bir isim bile bulmuştum. Babamı kaybettikten sonra onu dinlemekte bile zorluk çekiyordum. O babamın hayalleriyle, ruhuyla var olmuştu. Peki, onsuz hala nasıl yaşıyordu:
- Mısra tanıştığımız günü hatırlıyor musun?
- Evet, deyip geçerken, geçmişe uğradım. O gün yatağa uzanmış ağlıyordum babam içeriye girip neyim olduğunu sormuştu ben de ona yalnızlığımdan bahsettim:
- Kimse beni yanında istemiyor, sen de kitabınla benden daha çok ilgileniyorsun. Bana neden bir dost yazmıyorsun?
- Çünkü kitap biter karakterler gider ve sen aynı yalnızlık ile baş başa kalırsın.
- Karakterler senin sözünü dinlemez mi?
- Her karakterin kendi ruhu vardır kızım ilerde bunu anlayacaksın.
- Ruhu kimden alıyorlar...
- Onları yazanlardan her kitabın bir bedeli vardır Mısra.
- Peki, benim için de ruhundan bir parça verir misin? Kitabı bitirmezsen o parça hep benimle kalır...
- Mısra'm bana söz ver ileride yazdığın hiç bir kitabı yarıda bırakmayacak kötüleri sağ çıkartmayacaksın... Hem sana dost yazmam için kitaba gerek yok... Kapat gözlerini ve bana dostunu oku bende onu senin kitabına yazayım...
- Tüm sözleri etkileyici sanki bir düşünür, aynı Oğuz Atay'ın Olric'i gibi yüzü olmasa bile sözleri yeten bir kişi.
- Adını ne koyacaksın?
- O seçsin.
- Minik yazar kitaplardaki karakterleri sen kontrol edebilmelisin. Kendinden güçlüsü ile nasıl baş edeceksin?
Geçmişin etkisinden çıkabilmiş değildim. Resmen babamdan ruhunu istemiştim. Keşke ona geri verip dostsuz kalabilseydim. Ama bir yandan minnettardım, bu sayede babamın bir parçası hep aklımda olacak o yazdığı kitap hep orada duracaktı:
- Arya galiba hayat benimle satranç oynuyor. Taşlarımı yemekten hiç çekinmiyor. Gerekirse fille düz gidip vezirimi elimden alıyor. Onun oyunu değil ama nedense onun kuralları ile oynanıyor. Kim bilir kaç piyonumu çekti kendi tarafına. Beyazlarla olan savaşım yetmiyormuş gibi siyah taşlar da mat olmamı istiyor. Sadece bu kara lekeyi terk eden ömrü bir karelik piyonlar olsa keşke... Bazen yanımdaki en sadık taş beni köşeye sıkıştırıyor. Taşlarımı siyah sayıp hamle yapmak körün bile işi değil. Taşlar bitiyor. Geride kalanlar şah için savaşması gerekirken birbirlerine savaş açıp şahı yalnız bırakıyor. İçime attığım sıkıntılarla bu şehirde beyazlara bürünsem bile, beni aynı tarafa almıyor o düzlem yine. Anla beni Arya artık susamıyorum.
- Peki, bunları kime anlatıyorsun? Karşına bak sahne boş, sen ise tüm hünerlerini o koltuklara sergiliyorsun.
- Ne yapmamı istiyorsun?
- O sahneden inmeni ya da seyircilerini beklemeni...
Saat iyice ilerlemişti kafamı yastığa koydum ve bir süreliğine de olsa kafamdaki tüm soruları unuttum. Duy beni Ölü Şehir senden ve bu oyunlarından yoruldum. Galiba şuanda uyuyorum. Çünkü yine o sesi duyduğum yerdeyim ama onu duyamıyorum.
- Bu gün işkence yok mu? Hey...
O sıra acı bir kadın çığlığı duydum. Uyandığımda herkes başımdaydı. Alnıma konulan bez yere düştüğü halde sirke kokusu hala midemi bulandırıyordu. Bana yine ne olmuştu? Mithat abi bir eliyle kalbini tutuyordu. Endişeli gözlerle ona bakınca:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölü Şehir
Ficção AdolescenteNe ki bu siyaha olan öfkemiz? En kötü günlere kara deyişimiz. Halbuki en çok beyaz üzer bizi. Kayıplarımızın beyazlara bürünüp dünyamızı bile terk etmesi. Beyaza giden insanın siyah ile tutulan yasları. Aniden gelen inatçı aşkları... -Kaç kişiyi kay...