Ertesi gün avukat babamın vasiyeti getirdi ve benden kafedeki her zamanki masamıza oturup yüksek sesle okumamı istedi. Çünkü vasiyet sadece bana değildi. Mithat abiden suyumu ve mendilimi aldım geçtim masama:
"Bitti benim kefenle doğan mezarım eşimin ölümü ile farkım kalmadı senden. Bir cümle dahi yazamayan bir yazardım artık ben. Kim hak etti ki ölmeyi ben hak edeyim? Zaten ilhamım çağırdı yanına ben de gittim. Ey ölümün en saf hali şehrim. Kızıma miras olarak bir lanet bırakmama neden izin verdin? Ben henüz ölüme hazır değildim. Çünkü daha cümlemi bile bitiremedim. Geldi senin ölümüne katılma vaktim. Elveda benim kadar ölü, kefenim kadar beyaz dil ve sessiz şehrim"
Dedim ya vasiyet sadece bana değildi. Aslında sadece Ölü Şehir'eydi. Öldüğü şehre... Bana ne son bir söz ne de son bir istek bırakmıştı. Sanki var olmamışçasına kaybolmaktı amacı. İsyanım dillendi Mithat abiyi görünce:
- Annemden ölüce beni de yanına gömdü herhalde, en azından ondan bana tamamlamamış bir kitap harici bir şey bıraksaydı. Para pul değil abi bilirsin beni, not olur ya da son bir istek... Ama o son cümlelerini bile Ölü Şehir'e harcadı, dedim göz yaşlarıma tekrar tekrar yenildim. O günden sonra her gün o masaya geçtim, manzarayla karışık eski anılarımı izledim. Tek başıma değildim. Ağlamak kadar pek çok mutluluk dolu anlara da şahit oldu bu masa. Bunları konuşurken Mithat Abi müşteriye bakmaya gitmiş Çelebi gelmiş masaya, yine konuşunca fark ettim
- Önce annem ardından senin baban... Kendi gibi yalnız bırakacak aklı sıra. Acaba ne zaman üstümüzü karla kaplayıp bizi de unutturacak, dedi. Çelebi böyleydi konuşana kadar kimse onu fark etmezdi. Adından gelirdi yeteneği. Ya da yağan karlar herkese kitap okuma alışkanlığı kazandırmıştı. Çelebi'nin sözleri bazen merhemdir, bazen bıçak gibi keskin:
- Teselli etmeyecek misin? Nerede o yara kapatan sözlerin? Bu seferki ilaç zehirli oldu da, deyince Çelebi yalancı bilge bir gülüş attı:
- Bu yaraya şiir yazsam da kapanmaz tuz bassam da daha çok yanmaz. Seninki yandığına göre henüz babanı gömmemişsin, ağlamanı istemedim, sadece baban hâlâ aramızdaymış gibi davranıp şu kahpe şehre esir olmayı bırak. Ben bildim bileli buraya Ölü Şehir diyoruz ama hiç birimiz ne nedenini ne de gerçek ismini biliyoruz. Belki de ölümüne saklanıyoruz.
Haklıydı şehrin en yaşlısı bile ismini bilmezdi. Gerçek adı yıllar önce belediye başkanının ısrarı ile tarihten silindi. İlk öldüğünü anlayan kimdi? Kimin canını bu kadar yaktın, beyaz örtünün altında daha ne kadar saklanacaksın?
- Bir şey çok güzelse saklayacak çok şeyi vardır. Kar taneleri belki de bu nedendendir ki her biri birbirinden farklıdır. Her birinin sakladığı şey ayrıdır. -
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölü Şehir
Ficção AdolescenteNe ki bu siyaha olan öfkemiz? En kötü günlere kara deyişimiz. Halbuki en çok beyaz üzer bizi. Kayıplarımızın beyazlara bürünüp dünyamızı bile terk etmesi. Beyaza giden insanın siyah ile tutulan yasları. Aniden gelen inatçı aşkları... -Kaç kişiyi kay...