*Ağlatma beni
DOĞU
Eşyalarımın büyük bir kısmını toplamıştım. Bugün hepsini arabaya yüklemeyi yarın öğlende çocuklara karnesini verdikten sonra yola çıkmayı planlıyordum. Bari onlara veda edebileyim.
Vedalara büyük bir çoğunluğun aksine önem veririm çünkü gittiğinde hatıranda kalan son anı olacak veda. Hiç bir şey demeden öylece kopmaktansa son sözler edilmiş, son sarılmalar gerçekleşmiş ayrılmak isterdim sevdiğimden. Son bir kaç haftamızı düşünüyorum bari teselli olsun diye ama o da mahvolmuş. Benim içine kapanmalarım, Yavuz'un bana destek olmak için uğraştığı boşa çabalar. Sonunun böyle olacağını bile bile elimde kalan zamanı da harcamışım.
Düşüncelerime ara verip son olarak bazanın altını kaldırdım çünkü gözlerin ağlamaktan ziyan olmuştu artık.
Eşya yığınının arasında gözüme çarpan ilk şey fotoğraflar oldu. O kadar unutmuştum ki varlıklarını atmaya bile gerek duymamışım onlarca fotoğrafı. Elime aldım son kez, biraz göz gezdirdim. Cemle çıktığımız geziler, doğumgünleri, randevular, yatak anıları... Yarı çıplak fotoğraf... O fotoğrafı parçalara ayırırken bir gülme geldi. Yani, eh be Cem. Kırk yılın başı bir işe yaradın o da bok yoluna gitti resmen.
Gülme krizim bitince tüm fotoğrafları siyah çöp poşetine doldurdum.
Bizim kaç fotoğrafımız var Yavuzla?
Gerçekten, kaç fotoğrafımız kaldı elimde? Ani bir heyecanla telefonumu açıp galeriye girdim.
Beraber iki fotoğraf, Yavuz'un olduğu onlarcası.
Yavuz uyurken, Yavuz dişini fırçalarken, Yavuz teknik direktöre söverken, Yavuz menemen yaparken, Yavuz, Yavuz, Yavuz... İçim dışım gibi telefonum bile Yavuzla dolmuş.
İyi, en azından yokluğuna fotoğraflarını sığdırırım.
Çöpü atmak için evden çıktım. İki torba dolusu çöpü boşalttıktan sonra gözüme bizim tuvalet takıldı. Yüzüme oturan tebessümle tuvalete doğru yöneldim. O gün Yavuz'u gördüğüm yerde durdum.
'Sen kimsin?'
Yavuz?
Ah, Yavuz'um.
Dudaklarımdan küçük bir kıkırdama koptu.
Hatırlıyorsun.
Bilmem dercesine omzunu silkti. Gözlerime bakıyordu.
Niye öyle bakıyorsun Yavuz?
Niye geldin buraya?Kasvetli havayı dağıtmak için, Yeşilçam filmlerine benzedi dedim. Konuşurken sesim ağlamak üzere gibi çıkmasaydı belki başarılı bile olabilirdim.
Neyseki sesim beni yalancı çıkarmadı ve hıçkırarak ağlamaya başladım. Yavuz, aramızdaki bir kaç metreyi aşıp beni kollarının arasına aldı. Kulağıma fısıldanan teselli cümleleri yardımcı olmuyordu. Ne derse desin çektiğim acı o kadar derindeydi ki geçmiyordu. En sonunda yüzümü ellerinin arasına aldı.
Bana bak! Bana bak Doğu! Buradayım, tamam mı? Buradayım, ağlama.
Değilsin, buradasın ama yanında değilsin işte.
Sözlerimle beni göğsüne daha çok bastırdı. Yavuzla sarmalanmıştım ama bunun keyfini bile süremiyordum.
Yanındayım.
Kafamı yavaşça göğsünden kaldırdım. Solgunca gülümsedim ona.
Neden?
O da bana güçsüzce gülümsedi. Anlamsızdı ama gülümsemek iyi hissettiriyordu şuan.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Depaysement*
General Fiction*İnsanın memleketinde değil de başka bir yerde olmasından doğan his, sıla hasreti. Entrikalar, kötü kadınlar ve silahlı adamlar yok. Sadece aşk var. Doğu ve Yavuz'un aşkı.