Watching you sleep for so long.
(Uykunda uzun süre seni izliyorum.)Knowing I can't turn the rain into sun any more.
(Artık yağmuru güneşe çeviremeyeceğimi biliyorum.)I've given you all that I have.
(Sahip olduğum her şeyi sana verdim.)Now I stand here, too scared to hold your hand.
(Şimdi burada duruyorum ,elini tutmaktan korkuyorum.)Afraid you might wake to see.
(Görmek için uyanmandan korkuyorum.)The monster that had to leave.
(Terk etmesi gereken canavarı.)Under the ash and the lies-
(Küllerin ve yalanların altında-)Something beautiful once here now dies.
(Bir zamanlar güzel olan bir şey burada şimdi ölüyor.)And the tears burn my eyes.
(Ve göz yaşları gözlerimi yakıyor.)As you sit there, all alone-
(Sen burada yapayalnız oturuyorken-)I just want to come home.
(Sadece eve gelmek istiyorum.)But you see the shelter as the storm.
(Ama sen sığınağı kıyamet olarak görüyorsun.)Sleep well, my angel.
(Güzelce uyu, meleğim.)- - -
Onu ilk defa böyle görmüştüm.
Yüzündeki sırıtışına rağmen gözleri, nefes alış verişleri ve arada bir çatılan kaşları ele veriyordu, canını acıtan duygulara sahip çıkamadığını. Gözlerinin gereğinden kızarık ve dudaklarının şişmiş olduğunu fark ettiğimde kendini, yaşananları unutabilmek ve kaldığı yerden devam edebilmek için duygularını alkol ile uyuşturduğunu, madde ile zehirlediğini anladım. O an, SeHun onun bu hallerini dikizlediğimi fark ederken kendisinden utanıp usulca ışığı örttüğünde, gereğinden sessiz olmuştu içinde bulunduğumuz ortam. SeHun'a ulaşmak ve ona sarılıp her şeyin geçeceğini söylemek istesem bile karanlık yüzünden düşüp onu kızdırmamak için ona, oldukça kısık bir ses ile, seslendiğimde, aramızdaki mesafeyi birkaç büyük adımda kapatarak kollarını bedenime sardı. Sanki, onu çağırmamı istiyormuş gibi dileğini bilmeden yerine getirmeme sevinerek dibimde biten SeHun'a sıkıca sarıldığımda, boynuma değen o sıcak nefes ile gözlerimi kapattım.
"İyi misin?"
SeHun, bana cevap vermek yerine bedenime halihazırda sarmış olduğu kollarını sıklaştırdığını, alnımı göğsüne yasladım.
Kalbi.. çok hızlı atıyordu.
SeHun'un kendisini ağlamamak için sıktığını fark ettiğimde, onu ittirdim. Biraz zor oldu ama başardım. Bakışlarımı yüzüne diktim, anlamaya çalıştım. Bana neler olduğunu anlatmak yerine gözlerini kaçırmakla yetindi. Onun sürekli olarak benden kaçıyor olmasına sinirlenmeden edemeyerek dudaklarımı araladığımda ise, konuşmama izin vermedi. Ona yeniden kızmamı engelledi, dudakları ile dudaklarım arasındaki mesafeyi kapatarak. Onu yeniden ittirmek istedim ama bu sefer yapamadım. Olmadı. SeHun, kendini bu şekilde iyileştirirken onu engelleyemezdim. Onu bir de ben.. paramparça olmuş bir halde iken umursamadan bedenini ittiremezdim. Ben.. ona kıyamazdım. Parmaklarımın, ensesindeki saçlarına sarılmasına sesimi çıkarmadan SeHun'un üzerime yürümesine izin verdiğimde, adımlarımı durduran şey masa olmuştu. SeHun, yanaklarımdaki ellerini belime doğru indirerek masanın üzerine oturmama yardımcı olduğunda, olduğum yerde kıpırdanarak bana yaklaşmasını sağladım. SeHun, dudaklarımı bırakmasının hemen ardından yeniden dudaklarım üzerine bir öpücük kondurduğunda ise alnını alnıma dayadı, konuşacak kadar kendini toplamış olmasına rağmen hala en az benim kadar nefes nefese kalmış bir halde iken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
☯ PHOENIX - [osh+lhn]
Fanfiction{ HIM-Wicked Game. } °ƸӜƷ• "Sen.. ölümü kendine amaç edinmiş iken küllerinden benim için doğmayı seçen sen; kötülük doluşmuş kalbimin tek iyilik işleyen tarafısın. Sana ait o...