####
Antalya... Neler değiştireceksin bakalım hayatımda, dahası beni yalnız bırakmak istemeyen arkadaşlarımın hayatında?
Antalya'da henüz yeniydik. Şehri araştırmaya çıkmıştık. Daha doğrusu şu her ayın 19'unda toplantısı olan örgütün ortamlarını. Buraya öyle boş boş gelmemiştik. Her birimiz Derin araştırmalar yapmıştık ve bunun sonucunda da örgütün ana bireylerinin; ne tür işlerde bulunduğunu, normal hayatında ne iş yaptığını ve ortamlarını öğrenmiştik. Çok zor ulaşmış olsak da ulaşmıştık. Özellikle de Barış çok fazla ilgilenmişti. Babasının da yaptığı araştırmalar, kendi çabası ve bu işlere çalışan üstün zekasıyla bizden daha çok şey bildiği ve bazı şeyleri sakladığı aşikârdı. Zaten en ağırbaşlımız o ve Uygar olduğu için bunların bizden çok şey biliyor olmasını pek kafamıza takmayıp, onların dediğini yapacaktık.
Bu gün Ağustos'un 10'u ama biz daha henüz dokuz günlük acemiler olarak bu ay kalkışmayacaktık tabi bu işe.
İlk iş olarak buradaki işimiz uzun olduğu için şehrin bilinmeyen yerlerinden 3 katlı bir ev almıştık. Oldukça şık ve gösterişli görünüyordu. Bahçesindeki havuz ise çevresindeki ağaçlarla çok hoş bir hava katıyordu.
Evimizin içi için uğraşmamıza gerek kalmamıştı çünkü Barış'ın adamları halletmişti. Evet onunda kendine göre adam diye adlandırdığı benim arkadaş diye düşündüğüm onun işlerini halleden insanlar vardı.
Bay pezevenk ile uzun zaman önce yaptığımız anlaşma dolayısıyla benim istediğim miktar parayı bana göndermek zorundaydı. Son telefon konuşmasında burun kıvırsa da en sonunda pes etti. Eğer yapmazsa gideceğim ilk yerin karakol olacağını biliyordu. Bir kez eşiğinden döndü çünkü. Bu sefer parayı bastırıp 6 ayla da kurtulamazdı. Her neyse, sonuçta benim banka hesabımda sürekli olarak 2,5 milyon dolar duracaktı ve ben harcadıkça kontrol edip yine 2,5 milyon dolara tamamlayacaktı. Yapmak zorundaydı. Benim de dişlerimi gösterme zamanım gelmişti artık .Bu onun için ödeyemeyeceği bir miktar da değildi üstelik.
Evet, Ben Sevda Kahraman; Bu işin sonunu görecektim. Babamın katilini bulmadan geri adım atmayacaktım. Sonunda sessizlik olsa bile...
###
(O gün)
"Kızımız büyümüşte beş yaşına mı giriyormuş bakalım? Yakında bu kolunda bir erkekle de gelir eve ben sana söyleyeyim Sevinç." dedi babam otuz iki diş gülerken.
"Baba, ben herkesten çok seni seviyorum. Dünyalar kadar böyle büsbüyük seviyorum seni" deyip yanağını öptüm beni kucağına alıp ayağa kalktı ve aynanın karşına geçti. Üzerimdeki kırmızı elbise ve babamın siyah tişörtü ile uyuşuyordu. Beni sağ tarafında sadece sağ koluyla tutuyordu. Annem içerden "Ben kimim zaten? Şunlara bak birisi de gelip demiyor ki; seni seviyorum karıcığım ya da babam kadar seni de seviyorum anneciğim. Yok, yani nerede?" derken bir yandan da gülüyordu. Ciddiyetle söylemediği belliydi.
Babam sol eliyle ona gel işareti yaptı ve ellerini elbisemle aynı tonlardaki mutfak önlüğüne silip yanımıza geldi. Gelir gelmez babamın boynundaki ellerimin bir tanesini de annemin boynuna koyup "Seni de çok seviyorum anneciğim" diyerek sulu bir öpücük kondurdum yanağına ardından " Ama babamı daha çok" diye mırıldanmıştım. İkisi de aynı anda yanağımı öpecekken birden başımı arkaya atıp öpüşmelerini sağladım. Aynadan gördüğüm görüntüyle kıkırdamama engel olamadım, onlar da gülüyordu. Gülüşlerimiz kahkahaya dönüşüp karnımın ağrımasına sebep olmuştu.
Bir an aklıma gelen fikirle bağırdım.
"Baba! Pasta? " unutmuş olamazdı değil mi?
"Benim çilekli pastam burada işte" deyip karnımı yer gibi yapıyordu. Gülmekten nefes alabildiğimde "Baba ben gerçek pasta istiyorum" deyip suratımı asmıştım ki büyük bir çilek şeklindeki pastayla annem geldi.
Tam mumları üfleyecekken babamın telefonu çaldı:
"Alo? " bir süre karşı tarafı dinledikten sonra tekrar konuştu.
" Hallettim ben o işi... " sözünü kesmişti. Sanırım suratına kapattı. Çok geçmeden kapı çaldı ve iki bodyguard kılıklı adam babamı alıp götürdü. Annemle ikimiz de babamın peşinden gitmiştik. Çok uzağa değil evimizin çevresinde, bir iki sokak ileride kullanılmayan bir depo vardı ve oraya getirmişlerdi babamı. Biz hiçbir şey yapamayacak olsak da gitmiştik. İnsanlık içgüdüsü işte.
Annem ne kadar yakarsa da, yalvarsa da kimsede değişen bir şey olmamıştı. Babam onların istediğini yaptığı için karşımızda eli kolu bağlı duruyordu. Yapmasaydı belki içim bu kadar acımazdı. O küçük aklımla neden böyle olduğunu anlamaya çalışırken birden bir ses duydum.
Duyduğum ses küçük kulaklarımda uğultu bırakmıştı. Ardından annemin çığlıklarını...
5. Yaşıma adım attığım gün... O gün babam gitti. Öldü diyemem sadece gitti. Çünkü biliyorum ki; eğer öldüğünü kabul edersem işte o gün gerçekten ölecekti.
Benim kahramanım, beni karanlıktan, canavarlardan, yaratıklardan koruyacak kimsem yok artık...
O günden sora ne zaman sessiz, karanlık veya kendimle baş başa kalsam o günü tekrar tekrar yaşıyorum, her defasında babamı tekrar tekrar kaybediyorum. İşte bu yüzden her zaman korkmuşumdur sessizlikten. Belki çocukça bir sebep ama 5 yaşıma adım attığım o günden bu yana ben böyleyim.
Belki benim bilmediğim birçok sebep var. Belki sadece o değil. İşte bunların hepsini bulmam lazım.
###
"Sevda, hadi kahvaltıya. "
" Geliyorum "
Aşağı indiğimde herkes masanın etrafında bekliyordu. Hızla yanlarına indim ve kahvaltıya başladık.
Barış son zeytini de ağzına atıp " Hadi biz kaçtık gençler, size afiyet olsun." deyip kalktı. Hafifçe Uygar'ın omzuna dokunup hadi dercesine başını eğdi.
Hiçbir şey anlamadan soran gözlerle masada kalan diğer arkadaşlara baktım.
"Bir işe başlamışlar, şu adamlarla alakası varmış galiba gizli gizli bir kaç şey daha öğrenmek için." diye açıkladı Deniz.
"Neyse, ben doydum. Size afiyet olsun. Ben biraz dolaşıp gelirim. " dedim ve çantamı alıp çıktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gitme, N'olur!
Teen FictionSessizlik insanın düşünmek için arka plana attığı ya da düşünmek istemediği ne varsa çıkartıp tam karşısına koyuyordu. Siz görmezden gelmeye çalıştıkça da burnunuzun dibine sokuyordu. Kısacası sessizlik beni pesimistliğe zorluyordu. Biliyor musunuz...