3. Bölüm

5.4K 276 58
                                    

Kâğıt kesiği misali pare pare bir yürek. İntikam gayyasında payına düşen zülüm. Koca yüklerin yüklendiği küçük bir beden. Hayat değil insandır acımasız olan, bir çocuğun dahi gözünün yaşına bakmayan...

Eylül'ün gözü, önündeki nikâh cüzdanına takılı kalış, dünyadan soyutlanmış bir şekilde otururken omuzuna dokunan adam, "Hanımefendi! " diye seslendi. Eylül kendinden bağımsız "Hıı " diye bir ses çıkardı. "Kaç keredir size sesleniyorum. Bu arkadaşların nikâhı kıyılacak kalkarsanız lütfen " diyerek bekleyen gelin, damadı gösterdi. Eylül hafif başını sallayarak ayaklandı. Artık üzerine dahi basamayacak kadar kötü olan bileğiyle zorda olsa yürümeye çalıştı. Arkasından seslenen adam, "Hanımefendi nikâh cüzdanınızı unuttunuz " dedi masadan aldığı kırmızı küçük defteri uzatarak. Eylül ruhu çekilmiş bir şekilde elini uzatıp aldı. Artık ağlayamıyordu bile. Duvarlara tutunarak sendeleye sendeleye zor attı kendini dışarı. Daha fazla yürüyemezken merdivenin basamağına çökercesine oturdu.

Altmışlı yaşlarda bir adam tereddütle yaklaştı ona doğru. Boyu posu az önce onu terkeden adamı andırıyordu az çok.

"Eylül sen misin kızım? " diye sordu. Eylül yorgun ve bir o kadar çaresiz bakışlarını tüm tükenmişliğiyle o adama çevirdi. Cevap verecek gücü bile artık kendinde bulamıyordu. Sadece başını sallayarak karşılık verebildi. Ruhunun yıkımları bedenine sirayet ediyordu dalga dalga. Gözleri kararıyor, zihni bulanıklaşıyordu Eylül'ün.

Başında dikilen adam büyük bir üzüntüyle, "Geç kaldım " diye hayıflandı. Hemen arkasında bir adam daha belirdi.

"Enişte? " dedi soru dolu ifadesiyle. "Geç kaldık Haşmet, geç kaldık! Tuğrul yine yaptı yapacağını, yetişemedik " dedi Galip'in babası. Haşmet sıkıntıyla aldığı nefesi üfleyerek Eylül'e döndü. "İyi misin kızım? " diye sordu. Ama Eylül'ün kulakları uğulduyor, hiçbir şey duymuyordu. Kararmaya başlayan gözleriyle elindeki nikâh cüzdanı kayıp ayak dibine düştü. Bilinci koyu bir karanlıkta kaybolurken düşmek üzere olan başını Ahmet son anda tuttu.

"Haşmet, bu kız hiç iyi değil arabayı getir hastaneye götürelim hemen "

....

Eylül gözlerini araladığında gün geceyi bulmuştu. Başında asılı seruma takıldı ilk gözü. Başını kaldırdığında yattığı yatağın bir tarafında babası diğer tarafında kayınpederi bekliyordu. İkisi Eylül'ün uyandığını fark eder etmez hemen başına dikildiler. Ahmet, "İyi misin kızım? " diye sordu hemen. Eylül başını hafif sallayarak karşılık verdi. Babasının saçlarına elini uzatmasıyla Eylül başını çevirip babasının saçlarına dokunmasına izin vermedi. Babası yutkunarak usulca indirdi elini. Ahmet anlayış göstererek odanın dışına çıkarken babası, "Kızım " dedi kırık bir sesle.

"Ben babamı, bana sırtını döndüğünde kaybettim. Ne benim babam var artık nede senin benim gibi bir kızın " sesinde acı, öfke, hayal kırıklığı vardı. O hiç kurumayan gözlerinden tek damla dahi düşmüyordu şimdi.

"Eylül"üm böyle konuşma kurban olurum. Babayla evlatları arasındaki bağ kopar mı hiç can tanem "

"Kopar... hemde öyle bir kopar ki acısı ruhunda yankılanır insanın. Bizim aramızdaki bağ, sen bana sırtını döndüğünde koptu. Arabanın bagajına tıkıldığımda koptu, farelerle dolu ahıra kapatıldığımda koptu. Üç kere kaçtım, her seferinde umutlarım üzerime yıkıldığında koptu. Şimdi zahmet edip geldiğin İstanbul'a dön küçük oğluna da kurban etmek için bir kız çocuğu daha yap. Benim sizin gibi ailem yok bundan sonra. Hayata karşı tek başıma dimdik dururum kimseye ihtiyacım yok bundan böyle " ağır konuşmuştu babasına. Hemde çok fazla. Babası büyük bir yıkımla daha fazla duramadığı odayı terk etti. Eylül babasının ardından yüzünü yastığa gömerek çığlıklarını saklarken, söylediği her bir kelimede kendini de öldürmüştü.

BİR TUTAM KAHVE KOKUSUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin