"Bunun işe yarayacağına emin misiniz? Yani... bunu daha önce yaptınız mı yoksa ilk kurbanınız ben miyim?"
Alastor, bir Ares oğluna göre fazla tereddütlü bir biçimde bakışlarını kızlarda gezdirdi. Onlar için kolaydı tabi, ne de olsa suyun altında nefes alamayan kendisiydi. Bu görev suyun altında olacaksa nasıl bir yardımı dokunabilirdi merak etmeye başlamıştı.
Alastor aşağı eğilerek suya göz gezdirdi. Suyun metrelerce altında uzanan Atlantis şehri gerçekten muhteşem görünüyordu. Parıldayan turkuaz okyanusun güzelliği yetmiyormuş gibi bir de yaklaşık 30 metre kadar derinde devasa mermerden bir saray vardı. Sarayın etrafında çember oluşturacak şekilde evler konumlandırılmıştı ancak dağınık bir görünüm oluşmadığını net bir şekilde söyleyebilirdiniz. Sarayın mermerlerinden isyankarca fırlamış mercanlar o kadar derinlikte bulunan ışık kaynaklarıydı. Yolların kenarındaki mercanlarla birlikte tüm şehir parıldıyordu resmen. İşin en güzel yanıysa mercanların rengarenk olmasından dolayı sanki prizmada kırılan gökkuşağı gibi aydınlatıyorlardı şehri.
Alastor sırtındaki bir baskıdan sonra kısa bir süre ayakları boşlukta kaldı. Daha sonraysa suyu boyladı.
İkili Anastasia'ya dönerek ne yaptığını sorgulayan bakışlar attılar. Çocuğa resmen tekmeyi vurup suya yollamıştı.
"Ne yani yarım saat daha mı bekleseydik? Hızlı halledeyim dedim."
Gülerek Alastor'un ardından suya daldı. Suyla buluşan bacakları anında yerini alışık olduğu kuyruğuna bıraktı. Saniyeler içinde Ariel ve Jasmine de ona katılınca etrafta Alastor'u aradılar.
Sadece bir dakika önce suya attığından emindi oysa.
"Bence boğuldu."
"Anastasia! Saçmalama, bak ordaki kayanın üstünde oturuyor işte."
"Aa, pardon. Tüh bu sefer de olmadı."
Jasmine'in aksine Ariel buna gülmüştü. Alastor'u kendi de pek sevmiyordu ve bu gibi durumlara maruz kalması hoşuna gitmişti.
Anastasia'yla yumruklarını tokuşturup gülerek Alastor'un yanına yüzdüler. İçlerinde tek kuyruğu olan Anastasia'ydı. Diğer deniz yarı-tanrılarının bacakları hala yerindeydi.
4 melez kayaya oturarak Atlantis'i daha yakından izlemeye başladı.
Anastasia burdan ayrılalı çok uzun zaman geçmemişti ama yine de burayı özlediği inkar edilemez bir gerçekti. Diğer melezler aksine Poseidon ile yıllardır konuşuyordu hatta aynı yerde kalıyordu. Bu yüzden sakince şehre girmeyi önerdi. Diğerleri de zaten bodoslama girmenin pek mantıklı olmadığına emindi. Canavar ini basmıyorlardı sonuçta. Yoksa kesin yaparlardı.
Alastor'un etrafında ince bir şerit şeklinde bir hava katmanı bulunuyordu ve buradaki oksijen de okyanusta bulunan oksijenle yenilenip duruyordu. Hem kuru kalıp hem de suyun altında rahatça nefes alabilmesini sağlamıştı bu katman. Bu okyanus içindeki haline alışana kadar birkaç dakika beklemişlerdi. Sonra hep beraber Atlantis'in devasa kapılarının önüne geldiler.
Her iki tarafta sıralanmış mercanlar, etrafta dolaşan deniz canlıları ve sualtı halkı...
Anastasia önde diğerleri arkada yolda ilerlemeye başladılar. Anastasia tanıdık herkese -ki bu iki kuyruk çırpışta bir oluyordu- selam verip ilerlemeye devam ediyordu.
Saraya vardıklarında kapı önündeki iki muhafız önce Anastasia'ya sonra arkasındaki üç meleze baktılar.
"Prenses, bu melezler...?"
"Bir görev için buraya geldik. Babamla görüşmemiz gerekiyor da."
"Elbette. Ancak şu an deniz tanrılarıyla birlikte bir yemek yiyorlar ve..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANASTASIA|Ruh İncisi
Fantasy--- Suya girdiğinde deniz kızı formu alabilen bir kız, Boynundaki inci içinde saklı olan bir parça ruh, Poseidon dışında üçlü yabanın gücünü kullanabilen tek kişi, Neredeyse ölümsüz bir melez, Tanrıların kanı olan ikor akıyor onun kanında, O kız Ana...