Karanlık...
Unutulmuş duygular...
Mavi gözler zoraki bir şekilde aralanıp bir süre yorgunlukla tavana baktı. Başını oynatabilecekmiş gibi hissedince yattığı yerden etrafa bakındı.
Okyanusun ortasında bir saraydaydı. Çok tanıdık bir saray odasıydı burası. Sudan dolayı dalgalanıyormuş gibi görünen mavi duvarlarla çevriliydi etrafı. Oda oldukça geniş görünüyordu. Uzanıyor olduğu yatak oldukça rahattı ve 2 kişilikti. Odanın geri kalanı bu maviliği açmak ister gibi beyaz mobilyalarla kaplıydı. Yerde ise hiçbir şey yoktu. Sadece duvar diplerindeki çatlaklardan parlayan birkaç mercan ortaya çıkmıştı ve mavi odaya renk katıyordu.
Odasını hatırlıyordu.
Yatakta yavaşta doğruldu. Tüm kasları yanarken acıyla dişlerini sıktı ve yataktan kuyruğunu sarkıttı. Acıya alışana kadar bir süre kuyruğuna baktı. Eskisi gibi lacivert pulları yoktu. Aynı yüzgeçleri gibi tamamen sudan oluşan bir kuyruğu vardı.
Kendine geldiğinde yavaşça kalkıp boy aynasının önüne geldi ve kendini boydan boya süzdü. Mavi saçları başının üstünde dağınık bir topuz yapılmıştı. Eski gümüş gözleri yerini ürkütücü mavilere bırakmış gibi görünüyordu. Kuyruğu az önce de fark ettiği gibi tamamen sudandı. Yüzünde istemsizce bir sırıtış oluştu.
Her şeyi hatırlıyordu.
Önce dudaklarından bir kıkırtı firar etti, daha sonra bunu kahkahalar kovaladı. Histerik kahkahası odanın duvarlarında yankılanıp kendisine geri döndükçe gülme isteğini bastırması daha da zorlaşıyordu.
Omuzları öyle bir sarsılıyordu ki yere düşmemek için duvara yaslanmak zorunda kaldı.
"Aman tanrılarım, özgürüm!"
Sesi kendisine dönerken gülüşü yavaşladı ve yerini soğuk bir gülümsemeye bıraktı. Tekrardan aynaya döndü, gözlerine baktı.
"Bu savaşı ben kazandım ufaklık... başından beri kazanan bendim."
Odanın kapısı açılınca yeni gözlerini kapıya çevirdi. 20'li yaşlarda bir kadın kahverengi gözlerini çekinerek yere çevirdi.
Bir süre aralarında bir sessizlik hakim oldu. Kadının ondan korktuğunu sezmesi içini kıpır kıpır ederken "O kadar da korkak değilsin, değil mi?" diye sordu.
Kadın yutkunarak başını olumsuz anlamda salladı ve "Lord Pontus sizi taht odasına bekliyor efendim." dedi. "Kahkahalarınızı duyunca uyandığınızı düşündü."
Her ne kadar babası olsa da alaycıl ifadesi Pontus'un lafı geçince ciddi bir hal almıştı.
"Geliyorum, çıkabilirsin."
Kadın hiçbir şey demeden kapıyı kapatınca son bir kez aynaya baktı. Üstündekilere dikkat etmemişti.
Zırh içine giyilen bir tür kıyafet vardı üstünde. Boyun kısmı uzun olduğundan katlanmıştı. Kolları bileğine kadar geliyordu ve etrafını çevreliyordu. Göbeğini açık bırakacak şekildeydi. Siyah ve dar oluşu kendisini olduğundan daha da zayıf gösteriyordu.
Kendisine fazla baktığına karar verip en sonunda odasından çıktı ve uzun koridorlarda ilerlemeye başladı. Uzun süredir güya "yeni" hali olan kızdan kurtulmaya uğraşıyordu ve vücudunu ondan geri almaya çalışıyordu. En sonunda bunu başarabilmişti. Tabii kızın inciyi vermesi de işini kolaylaştırmıştı.
O incinin kalkana aktarılması kendisini durduramazdı. Buna emindi.
Tam 6 yıldır o lanet labirentte çıkış yolunu arıyordu. En sonunda bulmuştu ve kapıyı kırarken vücudunun zehirlenmesine yol açmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANASTASIA|Ruh İncisi
Fantasy--- Suya girdiğinde deniz kızı formu alabilen bir kız, Boynundaki inci içinde saklı olan bir parça ruh, Poseidon dışında üçlü yabanın gücünü kullanabilen tek kişi, Neredeyse ölümsüz bir melez, Tanrıların kanı olan ikor akıyor onun kanında, O kız Ana...