Otuzlu yaşlarında gösteren tanrı, su yüzeyinde oturuyordu. Daha dikkatli bakılınca aslında suya bağlı olduğunu fark etmek çok kolaydı. Su yüzeyine yasladığı elleri dalgalanan suyla bazen bütünleşiyor, bazen normale dönüyordu. Vücudunun suyla temas eden her kısmı suya bağlı gibiydi. Hatta yakından bakıldığında tanrının tamamen sudan oluştuğunu anlamak zor değildi. Oldukça açık renkte bir teni vardı, hatta sanırım buz mavisiydi. Mavi gözlerinin içinde denizler dalgalanıyordu. Saçları ise uzun ve yine mavi bir biçimde omuzlarına dökülüyordu. Saçlarının mavi rengi bazen koyulaşıyor, bazen açılıyordu. Aslında saç demek ne kadar doğruydu tartışılırdı çünkü saç tellerinden değil de tamamen sudan oluşuyordu. Üstündeki kıyafetler de saçları gibi sudan yapılmaydı ve sanki altındaki okyanus kıyafetinin bir parçasıymış gibi uzayıp gidiyordu.
Elindeki Kutsal buzdan yapılma mızrağı inceledi bir süre. Bir yandan da derin düşünceler içindeydi. Binyıllar harcadığı planı sonunda yavaş yavaş kendini gösteriyordu. Başarısız olma şansı yoktu. O her yerdeydi. Su; yeraltının, yeryüzünün, gökyüzünün hatta canlıların bir parçasıydı. Dünyanın her yerinde mevcuttu. Kim bilir, belki de en güçlü tanrılardan biriydi kendisi.
Tanrının zihninde yankılanan oğlunun sesi gülümsemesini sağlamıştı.
"O burada. Aynen planladığınız gibi."
Tanrının dudaklarından keyifli bir kahkaha firar etti. "Teşekkür ederim Lagiacrus, en sadık askerim."
"Hala onu ordunun başına koymak istediğine emin misin? İnciden kurtulmuyor."
Oğlunun kendisini sorgulamasına sinirlenmedi. Başkası yapsaydı belki sinirlenirdi ama Lagiacrus bu büyük planında yanında olan sınırlı kişilerdendi. Lagiacrus'la birlikte birçok su canavarı da ona katılmayı kabul etmişti. Ne de onsa birçok deniz canlısının babasıydı.
"Sabırlı ol, Lagiacrus. O inciyi onun bir parçası kılmamın nedenini benden daha iyi biliyorsun."
"Biliyorum Lordum. Ona zaman vereyim mi?"
"Evet evet. Biraz daha yalnızlığın keyfini çıkarsın. Artık seninle de tanıştığına göre hatırladığı şeyler ona çok ağır gelecek." dedi ve bu sanki iyi bir şeymiş gibi güldü. "Kendisi hakkında bildikleri özüne dönmesine neden olacak ve inan bana, bundan pişman dahi olmayacak."
Lagiacrus Pontus'un söylediklerine yanıt vermedi. Zaten cevap verebileceği bir şey de yoktu, konu gayet açıktı. Canavar, yavaşça Pontus'un zihninden çekildi ve tanrının zihnini sessizliğe bürüdü.
Tanrının vücudu denizle aynı rengi almaya başlarken artık vücudundaki ton farkları ortadan kalkmıştı. Kendisiyle birlikte mızrağı da suya dönüşerek yüzük formunu aldı. "Her şey çok yakında isteklerim doğrultusunda şekillenecek. Başından beri var olan su, dünyayı ele geçirecek." Sesi de kendisi gibi dalgalara karıştı ve denizin üzeri pürüzsüz bir hal aldı. Sanki birkaç saniye önce orada bir tanrı yokmuş gibi duruldu.
- - - - -
23...
Bir saniye 24 oldu.
Anastasia'nın Mariana Çukuru'ndan çıkan öldürdüğü canavar sayısı bir Siren ile 24'e yükseldi. Oldukça bitkin düşmüştü. Henüz 1 saattir burada olmasına rağmen sadece 2 dakika dinlenebiliyordu. Neredeyse burada kaldığına pişman olacaktı. Aslında biraz uyursa...
Kapanan gözlerini kırpıştırarak tekrar araladı. Uyumamalıydı. Sadece giriş çıkışları kontrol etmek için değil ölmemek için uyumamalıydı. Kendisi nasıl canavarlara acımadan öldürüyorsa onlar da kendisine acımazdı. Eğer uyumak istiyorsa daha sakin bir yere ihtiyacı vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANASTASIA|Ruh İncisi
Fantasy--- Suya girdiğinde deniz kızı formu alabilen bir kız, Boynundaki inci içinde saklı olan bir parça ruh, Poseidon dışında üçlü yabanın gücünü kullanabilen tek kişi, Neredeyse ölümsüz bir melez, Tanrıların kanı olan ikor akıyor onun kanında, O kız Ana...