"Jungkook, böyle yapma"
Sinirimi içime atarak yüzümde tek bir mimik bile yokken karşımdaki trafiği izliyordum. Taehyung yine bana daha yeni verdiği sözün tam tersini yapmış, beni üzmeyi ve sinirlendirmeyi başarmıştı.
"Sadece birkaç saat durup geleceğim"
"Git" demiştim tamamen umursamaz görünmeye çalışarak. Duygularımı bastırmazsam büyük olay çıkartırdım, kendimi biliyordum. "Git ama bize gelme. İstediğin kadar orada dur ve sonra da kendi evine git."
"Neden? Az önce beni davet etmiştin?"
"Az önce seni davet ettim ve şimdi de vazgeçiyorum Taehyung. Neden uzatıyorsun?"
Boş olduğunu bildiğim bakışlarımı yüzüne çevirip kaşlarımı kaldırarak konuştuğumda dudakları bir şeyler söylemek için aralansa da tek bir kelime bile söylemeden geri kapanmıştı. Bakışlarını en fazla dört saniye kadar yüzümde dolaştırdıktan sonra başını hafifçe sallamış ve başka bir tarafa bakarak ayağa kalkmıştı. Kalbim sanki ilk defa beni görmezden geliyormuş, terk ediliyormuşum gibi çırpınırken yutkunarak duruşumu bozmamış ve dolmak için hazırda bekleyen gözlerimi kırpıştırmıştım.
"Annenin sevgilisi eve gelmediği sürece sakın beni arama tamam mı?" Demişti kısık bir sesle. Sinirlenmişti, belliydi. Ama umrumda değildi. Hatta sinirlenmesi değil de kendisini tutmaya çalışması şaşırtmıştı beni. Genelde kendisini tutmaya çalışmaz ve direkt olarak kızardı.
"Gelse bile aramayacağıma emin olabilirsin" diye mırıldandığımda çıkan kısık sesimden bile kırgınlık akıyordu. Çünkü ben zaten onu annem ve annemin sevgilisiyle akşam yemeği yiyeceğimiz için bize çağırmıştım. Yanımda olması için çağırmıştım. Bunu söyleseydim eğer, eminimki benim yanımda kalırdı ama söylemeyecektim. Konuşmamı bitirmemi bekleseydi zaten onu neden çağırdığımı söyleyecektim ama şimdi söylersem ve gelmeyi kabul de etse beni yanlış anlayıp, onu Ellie'nin evine göndermek istemediğim için böyle söylediğimi düşünebilirdi.
Hiçbir şey söylememişti. Söylediğim şeyin üzerine tek bir kelime dahi söylememiş, arkasını dönüp ikinci kez bakmadan gitmişti. Taehyung böyleydi. Git dediğimde gitme demek istediğimi anlasa da anlamamazlıktan gelir, sadece ben diretirsem gitmez ve yanımda kalırdı. Kaçırdığı nokta ise senelerdir aynı şeyi yapıyorduk ve ben artık karşılıksız sevgimi mi yoksa gururumu mu ön plana çıkartsam diye düşünmeye başlayışımdı.
Ağlamayı reddederek ayağa kalkmış ve çantamı sırtıma alarak yürümeye başlamıştım. Çantamdan yere bir şeylerin düştüğünü duysam da asla dönüp bakmamıştım, umrumda bile değildi. Zaten çantamda önemli bir şey yoktu.
Ya da ben öyle zannediyordum.
Eve gelmiştim. Dediğim gibi arkama dönüp neyi düşürdüğüme bakmamıştım. Eve gelip çantamı odaya bıraktıktan sonra üzerimi değiştirip düzgün bir şeyler giyinmiş ve telefonumu almak için çantamı komple yatağımın üzerine boşaltmıştım. Arada parlayan telefonuma uzanırken fark ettiğim şey ise beynimde şimşekleri çaktırmıştı.
Taehyung ve benim, bileğimizden asla çıkarmadığımız bilekliğim bileğimde değildi. Çok zarif olduğu kadar çok hafif, gümüş bir bileklikti. Liseye geçtiğimiz ilk gün, okul çıkışında gezerken bir kuyumcunun önünden geçerken görmüştük ve Taehyung çok beğenmişti. Bir arkadaşına hediye olarak alacağını söylediğinden, o zamanlar oturduğu mahalleden Sooyoung diye bir kızla çok yakındı ona alacağını düşündüğüm için, somurtarak onu dışarıda beklemiştim fakat kuyumcudan çıkıp yanıma tatlı bir gülümsemeyle gelince olayı kavramıştım ve o an ilk defa kalbim teklemişti.