Selamlaaar :)
İki günün ardından yeni bölümle geldim. Umarım keyifle okursunuz.
Bağzıları | Paltolu Kız
2. Bölüm: "Ay'a Sığınan Kelebek."
❦
"Her gidiş, bir vazgeçiştir."
•
Zihnimin duvarlarını yıkmaya mesken tutan o kuvvetli güç sanırım galip gelmişti. Çünkü; zihnimin duvarları enkaz altında kalmış gibi sallanıyor ve yıkılacağının belirtilerini veriyordu. Kulaklarım çınlıyordu. Az önce duyduklarım... Sanırım gerçekti. Ruhum boğuluyordu. Duyan var mıydı? Çığlık atamıyordu belki ama sesi geliyordu ben duyabiliyordum. Kimse duyamıyor muydu? Çırpınan kanat seslerini kimse algılamıyor muydu?
Sanırım... Hayır!
Nefesim boğazıma tıkanıp kalırken nefes alamadım. Ya da almak istemedim. Ben... Tam şu an da ölmek istedim. İmkanım var mıydı? Belki bir nebze.
"Sanırım hasta olmuşsun."
Mutfaktan elindeki kupayla çıkarken biçimli dudaklarını birbirine bastırdı. Adımlarına can vererek ağır ağır yürüdü. Ve tam karşımda ki kanepeye yavaşça oturdu. Gözlerim hareketlerini hipnoz olmak istermiş gibi dikkatlice takip ederken bana bakmıyordu. Elindeki içinde kahve olduğunu tahmin ettiğim kupayı orta sehpanın üzerine bırakırken bakışları beni buldu.
Bala bulanan ela gözleri gözlerimi esir alırken, kelepçesini kirpiklerime takmıştı.
Uzun düz kirpiklerine, ev sahibi olan bal rengi gözleri sanki ruhumu yutuyordu.
Kaybettiğim ruhumu.
Sakalları ne azdı. Ne de çok. Ay ışığı ikisinin arasını da bulmuştu sakallarında. Yüz hatları çenesine doğru uzanırken, çokta sivrilenmeden oval bir biçimde noktalanmıştı. Dudakları soluktu. Kırmızı soluk bir gülü kaynatıp suyunu almışlardı da, o suyu da dudaklarına bahşetmişlerdi sanki. Öyle bir soluktu, dudaklarında ki koyu renk.
Göz hareleri yorgun ve uykusuz görünüyordu. Ela bebeklerinin dışında kalan beyazlık, kanla dolmuştu. Uykuyu ondan çalarak, onu girdaba sokan kırmızı bir kan... Ona bu yorgunluğu veren sıkıntısına ağız dolusu küfürler savurmak istedim o an. Bu yorgunluğu ona sunan hayatına, onun uykusunu, düzenini alt üst eden ne varsa hepsine. Hatta eğer bu bensem -ki bunun olması imkansızdı- kendime bile."Konuşamıyor musun?"
Zihnimi ondan alırken, dudaklarından dökülen kelimelere yönelttim.
Konuşamıyor muydum?
Lâl mı olmuştum karşısında?
Benden sesimi çalan ses tellerimden sesimi güçlükle kopardığımda bir an ben bile kendimden şüphe etmedim değildi. Daha fazla karşısında bir aptal gibi görünmek istemediğimden, sesimi kullandım ve dudaklarımı araladım. "Konuşabiliyorum."
Tek kaşı kalkarken, tırnaklarımı avucuma bastırdım. Gökteki hilal şeklini tırnaklarıma kendimden habersiz kazıdığımda, kendimde değildim. "Konuşabiliyorsan cevap vermelisin," derken kupasına doğru uzanmıştı. "Dün bas bas bağırıyordun sokağın ortasında bana. Şimdi de kullanabilirsin o uzayan dilini."
Bana karşı kullandığı kinayeli cümlesi karşısında susmadım. "Yine mi bağırmamı istiyorsun?" Dediğimde, teklifim oldukça sakindi. İçtiği kahve boğazından akıp giderken dudaklarını birbirine bastırdı. Ve yavaşça ayırıp, araladı. "Yine mi kriz geçirmek istiyorsun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÜL MAHZENİ
ChickLitKülün karanlık mahzen ile sınanması. Bir mahzen'in kül dönümü. Cennet ve cehennem ansızın takas edildi bir gecenin şafağında. Yok olmaya and içmiş ruhun yankısı son kez yankılandı, bu sokakta. Bir adamın kalbinin mahzenlerine savrulan küller, s...