... ve bir küçük hikayeye sıkışmış durumdaydım. O sabah her sabahtan farklıydı. Kim bilebilirdi ki uyanacaksın ve Annen olmayacak. Kahvaltı önemli değil de, kahvaltı hazır diye seslenen birinin olmayışı? Büyümek bu olsa gerek. Artık evde terliksiz dolaşmak serbestti. Terli terli su içmek, istediğim kadar abur cubur yemek... Gece istediğim saatte yatabilirdim mesela. Gerçi o sıralar ev kalabalıktı. Tüm akrabalar bizim evde toplandı. Dualar okunuyordu. "Amin!" diyordum bende elimi yüzüme sürerek. Büyüklerin morali bozuktu. Gerçi Serpil Teyze'nin suratı her zamanki gibiydi; koca gözlerinin üstüne kuş konmuş gibi. Zaman zaman ağlama sesleri yankılanıyordu ama curcuna kalabalık benim çok hoşuma gitmişti. Kuzenlerimle gönlümce oynayabiliyorumdum. Bir sürü yeni oyuncağım olmuştu. Yaptığım türlü yaramazlıklara rağmen sinirli amcam bile bana kızmıyordur. Keyfime diyecek yoktu. Sürekli lahmacun yiyorduk; ama çok sevsem de bıkmak üzereydim. Annem artık olmadığına göre yemekleri de ben yaparım herhalde diye düşünüyordum. Ne de olsa beni dünyanın en iyi ahçısı olan annem yetiştirmişti. Ocağını çok kıskanırdı ve benimle hiç paylaşmazdı ama artık o ocak benimdi. Annemle iletişimimiz farklıydı. Arkadaş gibiydik. Beni ve dertlerimi sıkılmadan dinlerdi. Saatlerce gülerdik. Her ne kadar özgürlüğümü kısıtlamasına kızsam da elimi sıkıca tutması hoşuna giderdi. Kaşlarını çatması hiç hoşuma gitmezdi ama tartışmalarımızdan sonra kıyamayıp hemen gönlümü alması ise başka güzeldi. Beni en iyi annem anlardı. O yanımdayken her şey çok kolaylaşırdı. Gerçi şimdi düşünüyorum da annem beni hiç yanından ayırmıyordu.
Komşumuz Neriman Teyze yine o leziz kurabiyelerinden getirmişti. Annemle ikimiz bayılırak yerdik. Onun da eşi hapse girmiş. Yirmi iki yıldır kocasını bekliyormuş. Zaman zaman ağzını bozup küfrediyor hayırsız diye ama sakinleşince, yeniden sevgi sözcükleri dökülüyordu dudaklarından. Çıkınca denizli tatillere gideceklermiş. Onun hayat hikayelerini dinlemek çizgi film izlemekten keyifli gelmişti hep. Gerçi Annem, sen bu duyduklarını unut derdi. Bi de tanımadığım adamları öpüp para almak günahmış. Neriman Teyze'nin böyle günahlar yüzünden başına gelmiş her şey. Okuyup doktor olacakmışım. Ben de dinlemedim ki diye kandırırdım.
Bu arada amcamla teyzem tartışırken duydum. Ben dokuz zannediyordum ama altı buçuk yaşındaymışım. Seneye okula başlamam gerekiyormuş. Sokaktan Hasan gidiyordu okula. Ayşe Öğretmen diye biri varmış ve sürekli kendi yapamadığı ödevleri Hasanlara yaptırıyormuş. Hatta bu yüzden annesi sokağa bile salmıyordu Hasan'ı. Çünkü müdür öğretmen sözü dinlemeyen çocukları yiyormuş. Teyzem, Cenaze bittikten sonra beni yanında götürüp, benim gibi çocuklarla aynı okula yazdıracakmış. Bunu duyunca koştum yanlarına ve Hasan'la aynı okula gitmek istediğimi anlattım. Ama teyzem yüzümü avuçlarının arasına aldı ve her şey daha iyi olacak dedi. İşte o vakit beni istemediğim bir yola sürükleyeceklerini anlamıştım. Ağlamaya başladım. Her tarafı annem kokan evden, sokağımdan ve arkadaşlarımdan ayrılmak istemiyordum. Burada kalmak istediğimi göstermem gerekiyordu. Yıllar sonra gördüğüm teyzem ısrarla beni yanında götürmek istiyordu. Tam o sırada kapı çalındı. Kapı aralandı ve yaşlı bir adam belirdi. Herkes şaşkındı. Teyzem önce garipçe baktı ve sonra baba! diye ağlayarak kapıda gördüğü o adamın boynuna sarıldı. Uzunca sarılıp ağlaştılar. Ağlarken teyzem sürekli özür diliyordu. Bir ara ağlamalarına ara verdiler. Ve Teyzem beni gösterip, "baba bak bu torunun" dedi ve bana dönüp "hadi dedene sarıl" diye ekledi. O an çok şaşırmıştım. Arkadaşlarımın tonton dedeleri vardı ama benimkinden hiç haberim yoktu. O şaşkınlıkla o yaşlı adama yaklaştım ve "dede?" diye seslendim. Teyzem dahil herkes dedemin orada olmasına şaşkın bir haldeydi. Teyzem, "Hadi sarılsana dedene" dedi. Hiç görmediğim ve hiç tanımadığım biriydi karşımdaki. Hep merak ederdim ama böyle bir karşılaşmayı hiç hayal etmemiştim. Sakallarına dokundum önce. Pişmaniye gibi sakalları vardı. O da benim göz yaşlarımı sildi. Sonrasında beni beklemeden o sarıldı, koklayarak öptü. Dedem, un gibi kokuyordu. Bunu söylediğimde herkes gülüştü. Meğer fırıncıymış. Anneme dedemi sorduğumda, hep konuyu kapatırdı. Ama şirin babaya benziyordu.
Sürekli gelen giden beni öpüyordu. Beni mıncıklamalarından sıkılmıştım ve annemin odasına gittim. Annemin yokluğunu fırsat bilip çekmeceleri karıştırmaya başladım. Normalde annem böyle bir şeye izin vermezdi. Ama odada yalnız kalınca merakıma yenik düştüm. Tabi ben ortadan kaybolunca dedem ve teyzem hararetle konuşmaya başladı. O ara dedem ile annemin babam yüzünden kavga ettiğini söylüyorlardı. Hatta dedem, babamı hiç sevmezmiş. "ben size demedim mi bu adamla evlenilmez, sizi sefil eder. bak ne hale geldiniz" diye ağlayarak kızıyordu Teyzeme. O sırada çekmeceyi araştırmaya başladım. Onlar da neydi öyle? Babamın gönderdiği mektuplara benzer zartlar ve kartpostallar. Hem de bir sürü... Kalem bile vardı. Babam, ben doğduktan kısa bir süre sonra iş için yurt dışına gitmişti. Oradan bana sürekli kartpostal ve mektup gönderiyordu. Neden annemin çekmecesinde bu kadar çok mektup ve zarf vardı ki? Belki de annem de babama mektup yolluyordu.
------------
Paylaşmak güzeldir.
✍ Yorumlarını paylaşmayı unutma...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bu Senin Hikayen
Short Story"Bu Senin Hikayen" Belki bir değişim hikayesi seni başarıya sürükleyen. Belki bir kişi; her şeyi farklılaştıran. Belki de kötüye yolculuğun bileti... Kimi zaman eğlenceli, kimi zaman hüzün dolu. Ama hepsi bizden, hepsi bizi biz yapan hikayeler... Ba...