beni sevmesen ölürdüm
beni sevmesen bir çakıltaşıydım şimdi
beni sevmesen bir duvar gibi sağırdım
kördüm bir ot kadar
ölümden acıydım, ölümden beter
beni sevmesen
dünyayı bütün insanlara zindan ederdim-
6; Beni sevmesen bir duvar gibi sağırdım.
Şahane bir sıcaklık. Hava henüz kararmamış, şafağın güzel kızıllığı odamın duvarına vuruyor ve sırtımı yasladığım pencere pervazı tatlı bir sızı bırakıyor tenime. Gerçekten, uzun zaman sonra en güzel akşamlardan birini yaşıyordum. Parmaklarım arasındaki sigara yıllardır görmediği bir dostu gibi olan dudaklarımı kucaklıyor, lezzetli bir zehir bırakıyordu gırtlağımdan aşağıya doğru.
Ağzımı hafifçe aralayıp dudaklarım arasından havanın sızmasına izin verdim. Biten sigaramı pencerenin zemin kısmında söndürmüş, derin bir nefes alarak gri binalardan oluşan çıkmaz sokağı izlemeye koyulmuştum.
Ne için yaşadığımı bilmiyordum. Derslere çalışmak gibi bir şey hiç odak noktam olmamıştı. Sınavlara girer, çıkar, telafilere girer, bir şekilde sınıfta kalmaktan kurtulurdum. Küçükken ölen dedemin bana öğrettiği keman bilgime güveniyor ve konservatuvar için çırpınıyordum. Hayallerim vardı, evet- Güzel hayallerdi bunlar. Adını duyuran bir orkestra sanatçısı olacaktım. Saygı ile anılacaktı ismim.
Dışarı yansıttığım karakterimle inanılmaz tezatlıkta biriydim oysa. Hassas, kırılgan biri değildim ama bu son zamanlarda kişiye göre değişmeye başlamıştı. Taehyung diye bir illet, durdurulamaz bir kanser hücresi gibi yayılıyordu tüm vücuduma. Tüm planlarım, gururum ve diğer her şeyim, onu gördüğüm an hepsi yok oluyordu. Taehyung'a karşı çocuk bir yanım vardı.
Sanki, ellerimi tutarsa her şey çözülecek gibiydi. Gözlerime bakarsa, şöyle güzelinden bir öperse dudaklarımı. Bir anda tüm dünya yoluna girecek, tüm içimde işlenen cinayetlerin hepsi son bulacak gibiydi.
Henüz dokuz yaşımı doldurmak üzereyken, doğum günümden birkaç hafta önce, annem babama bazı şeylerin yetersiz olduğunu söylemişti. Büyük bir kavgaydı, kıyametti adeta. Kötü filmler diyerek bana izletmedikleri her şeyi gözlerimle görmüştüm. Annemin elleri babamın boğazını sarmış, gitmek için ona yalvarıyordu. Bizi istemiyordu annem. Beni istemiyordu. O hiç böyle bir hayat hayal etmemişti.
Ben de onu hiçbir zaman suçlamamıştım. Şimdi bile, tek yaptığım, sıkıntılı bir nefesin ciğerlerimden peydahlanmasına izin vermek ve bir sigara daha yakmak olmuştu.
"Pamuk prenses, sarkıt saçlarını."
"Rapunzel olmasın?"
Şaşırdığıma dair en ufak bir mimik bahşetmeden, başımı eğdim ve onunla göz göze geldim. Bildiğim kadarıyla, Taehyung'u hiç evime getirmemiştim. Bu adrese hakim olması imkansızdı. "Ne arıyorsun burada?" derken, sigaramı yakmaya çalışıyordum.
Esen tatlı meltem yüzünden ateşin yanmadığını fark eden Taehyung, dudaklarını birbirine bastırdı ve aramızdaki mesafeyi öldürdü. Uzun, biçimli ve insanı kahreden o güzel parmakları, ucuz çakmağımı ve ardından da ince sigaramı korumuş, bir güzel siper ederek sigaramın yanmasına müsaade etmişti. "Sağol," dedim, sonrasında gözlerimiz kesişti. Kalın dudakları gülümser gibi bakıyordu ama bir şeyler eksikti. His.
"Seni görmeye geldim."
Gözlerimi kısarak onu şöyle bir süzdüm. İyi görünüyordu, her zamanki gibi. Geçen seneden beri uzatmaya karar verdiği saçları sözünü dinlemez gibi dağılmıştı. Bir Asyalıda olmasına şaşırdığım şekilde, iri gözleri ve içinde ela hareler barındıran kahverengi gözleri, tam da gözlerimin içine bakıyor ve beni, sanki, dünyanın en yüksek binasından itiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
8/25
Fanfictionhırçın çocuklar, hoyrat öpüşler. itlik ve serserilik. paylaşılamayan sigaralar, ağlarsan devrileceğim. 1 haziran 2020.