❄32❄

733 89 5
                                    

"Rosé, bana bir bakar mısın?" arka tarafımdan gelen ses kesinlikle patrona aitti. Ah ama şimdi  mi?

 Önümde bana sinirle bakan Park Jimin'e kaçamak bakışlarımı yolladım.

Burada çalıştığımı anladığında şaşırması gerekti ki , yüzünde şaşırmaya dair en ufak bir ifade bile yoktu.Demek ki önceden biliyordu...

Jimin'in ciğerini bilirdim. Bana nereden biliyorsun gibisinden sorular sormaya kalkmayın.

Ben kendimi bilmeden önce Jimin'i bildim.

"Buyrun Bay Sung" ellerimi önümde birleştirdim ve girdiğim odasında başımı yere eğdim.

"Neden geç kaldın diye sormayacağım" dedi yaşlı ama ne kadar olabilirse o kadar yumuşak sesiyle.

"Durum nedir?" dedi koltuğa oturmadan önce karşısını işaret edip oturmamı istedikten sonra. Derin bir nefes alıp verdikten sonra yavaşça karşısına ilerleyip oturdum ama ellerim hala önde birleşikti.

Bu bir saygı göstergesiydi, bir yandan da ne söyleyeceğimi bilmediğim bir ifadeydi.

"Rosé, bana söyle lütfen." olabildiğince yumuşaktı. 

"Sanırım, bir süre sonra işten çıkmak zorunda kalacağım Bay Sung." kaşları hafif çatıldığında gözlerindeki parlaklık söndü ve endişeye dönüştü bütün duyguları.

"Hangi anlamda?" dediğinde gözlerimi gözlerine çıkardım. Gözlerimin dolmuş olması konuşmamı zorlaştırıyordu ki Bay Sung bunu görünce eğilip masadaki sürahiyi alıp boş bardağa doldurarak yanıma oturdu ve içmem için uzattığı suyu alıp birkaç yudum alırken sanki içtiğim su gözlerimden gelmişcesine akmaya başlamıştı.

"Bunun iyi bir anlamı olduğunu düşünmüyorum Ajusshi" kolları bana sarıldığında kendimi tutamamış dudaklarımın arasından hıçkırık çıkmıştı.Bedenime sarılan kolların sahibi olan Bay Sung'un göğsüne yaslandım ve ağlamaya devam ettim.

Yakın olduğumuzu söylemiştim, sanki o benim kan bağım olmayan ailem gibiydi. Zaten 'ailem' olarak bildiğim kişilerle kan bağım yoktu.

"Rosé , seni bir daha görebilecek miyim?" 

Ailesi yoktu, yıllar önce geçirdiği trafik kazasında eşini ve oğlunu kaybetmişti. Anne ve baba diyebileceği biri de yoktu yaşından dolayı.  Tek çocuktu üstelik.

Onun ailesi bizdik, bu kafeydi. İhtiyacı olduğunda biz ona, ihtiyacımız olduğunda da o bize koşardı.Bu denliydi bana yakın davranması.

"Belki evet , belki hayır" 

Tek diyebileceğim şey buydu çünkü bir tek bunu biliyordum durumumla ilgili.

Cebimde titreşen telefonum artık gitmem gerektiğini belirttiğinde teselli olan kolların arasından kalktım ve herşey için teşekkür edip patronumun odasından çıktım. Uzun koridordan geçtikten sonra masaların oraya geldiğimde göz ucuyla hala sinirli olan Jimin'e baktım.

Baktığım anda tüylerim diken diken olmuştu. Şimdi gel de sen bu durumun açıklamasını yap.

Bakışlarımı çevirip kendimi meşgul edecek bir şey bulmaya çalıştım. Çünkü şuan Jimin'in sırası hiç değildi. Az önce ağlamıştım ki büyük ihtimalle gözlerimin etrafı kızarıktı. Bir de bunu görüp beni soru yağmuruna tutsun istemiyordum çünkü yalan söyleyecektim ve yalan yalanı doğuracaktı...

Gerçi yine bir yalan söyleyecektim, ama devamı gelmeyecek kadar uzağında olacaktım. 

"Kızdı mı?" Jisoo unni yanımda bittiğinde gülümseyip başımı iki yana salladım. 

"Sen ağladın mı?"dediğinde gözlerimi büyültüp başımı tekrar iki yana salladım. 

"Bana yalan söylüyorsun" deyip dudaklarını büzdüğünde yanaklarını tutup sıktım ve güldüm.

"Hayır , sadece bir süre sonra işten çıkacağım unni. Bunun için bir takım üzgünüm." Onlara söylememiştim, söyleyemezdim de. Onlara bu yükü asla üstlerine yıkamazdım. Ağırdı ve ben bile taşımakta zorlanıyordum.

"Hala bu kararından emin misin?" dediğinde ima eden kaşlar havalandığında benimkisi çatılmıştı.

"Anlamadım?" gözlerini  devirip gözleriyle Jimin'i işaret ettikten sonra başımı eğip derin nefes aldım.

"Düşünüyorum unni" onun için yaşamayı düşünüyorum ve bu yüzden de gitmek zorundayım.

O işine geri döndüğünde bende yapabileceğim bütün işi yapmış ve her saniyede Jimin'in yaklaşımından kaçınmıştım. Akşam olmuştu ve kafe birazdan kapanacaktı . Jimin ise hala buradaydı. Bir açıklama bekliyordu ve saygılı bir şekilde bu saate kadar beklemişti. Tebrik etmeliydim doğrusu. Ondaki azim bende olsaydı şuan çok daha farklı yerlerde olabilirdim.

"Çıkma vakti!" Jisoo unni ile Jennie unni üzerlerindeki yakalığı çıkartıp kapının kenarındaki ceketlerini ellerine aldıklarında ikiside bana dönüp el salladı.

"Yarın erken gelmeye çalış ufaklık" Jennie unniye gülümseyip başımı hızlıca salladım.

"Gelmeye çalışıcam"

"Görüşürüz o zaman dikkat et" deyip öpücük atan Jisoo unniye bende öpücüklerimi yolladıktan sonra elimdeki anahtara baktım. Yarın haftasonu olduğu için genellikle anahtarı ben alır dükkanı ben açıp kapatırdım. Sebebi ise patron haftasonları evde kalmayı seviyordu. Yani kafa dinlemeyi tercih ediyordu.

Patron olmak vardı demek istedim ama cidden hiçbir şeyde hevesim kalmamıştı.

"I-ım" boğazını temizleyen bir adet mavi  saçlı park jimin elleri cebinde önümde durduğunda gözlerinin içine baktım.

"Sanırım artık konuşma vakti"...

"Sanırım artık konuşma vakti"

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.



Cʀʏsᴛᴀʟ Sɴᴏᴡ ❄ Park Jirosé ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin