Medya: Can Kuzey
DOĞA ALİN'İN DİLİNDEN
Akasya ağaçları dört bir yanımı sarmıştı. Üzerimde, üzerine kırmızı papatyalar bezenmiş, beyaz bir elbise vardı. Ayaklarımda ise elbisemin tam tersi bir babet. Kırmızı üzerine bezenmiş, beyaz papatyalar... Saçlarım özgürlüğüne kavuşmuş, rüzgâr ile dans ediyordu. Ilık rüzgâr, yüzümü yalarken, gözlerim benden bağımsızca kapanıverdi. Kollarımı iki yana açarak derin bir nefes soludum ciğerlerime. Yavaşça kollarımı indirirken, eş zamanlı olarak gözlerim de aralanmıştı. Yeşil gözlerim, akasya ağaçları arasında gezinirken, ilerlemeye başladım. O kadar güzel kokuyordu ki burası... Huzur verici bir yerdi. Huzurla ilerlerken, bir çığlık sesi duydum. Hızla ellerim kulaklarıma giderken, yere çömeldim. Bir çığlık daha koptuğunda, hızla ayağa kalkıp koşmaya başladım. Çığlık seslerinden kaçmaya çalışıyordum. Lakin sanki daha çok seslere yaklaşıyorum gibi geliyordu. Nefesimin kesilmesi üzerine durarak, ellerimi dizlerime yaslayıp soluklandım. Derin nefesler almaya çalışıyor, fakat beceremiyor, kesik kesik nefesler alıyordum. Bir an için durup seslere kulak kesildim. Çığlık sesi kesilmişti. Ama bu kez bir ağlama sesi yankılandı. İçli içli ağlayan biri vardı. Sanırım bir kıza aitti bu hıçkırık sesleri. Çok uzakta değildi. Ayaklarım yeniden öne atılarak, hızlı adımlar atmaya başladı. Önümde kocaman bir çınar ağacı vardı. Ardında ise hıçkırıkların sahibi. Usulca ağacın etrafından dolandım. Sırtını ağaca yaslamış, saçları yüzünü perdelemiş, üzerinde belindeki kemere kadar kırmızı, etekleri siyah, kemeri ise beyaz olan elbiseli bir kız ağlıyordu. Dizlerini kendine çekmiş, kollarını dizlerine sarmış, başını da dizlerine koymuştu. Kaşlarım üzgünce kavislenirken, yanına doğru ilerledim. Elimi omzuna yerleştirdiğim sırada usulca başını kaldırdı ve gözlerime baktı. Gözlerimi bulan yeşiller ile dehşetle elimi çekerek bedenimi geriye savurdum. Kalbim acı çığlıkları atıyordu. Aklım, oradan hemen def olup gitmemi haykırırken, kalbim çığlık çığlığa orada durmamı söylüyordu. Kaçmak istedim lakin ayaklarım gitmiyordu. Gözleri kan çanağı gibi, teni beyaz bir çarşaf ile yarışabilecek kadar beyaz, elleri zangır zangır titreyen, cılız bedeni ayakta durmakta zorlanan kız benden başkası olamazdı. Karşımdaki, aciz beden benim bedenimdi. Usulca ayağa kalkarak, minik adımlar ile yanıma yaklaşmaya başladı. Aklımın adeta bir yılan gibi tıslayarak, kaçmam için sarf ettiği sözler, kalbimin boğazını parçalarcasına burada kalmamı söylediği bağırışları bastırıyordu. Ruhum hangisini seçeceğini bilmeksizin arada kalmışken, korkum bir arpa tanesi kadar olan cesaretimi yerle yeksan ediyordu. Dudaklarım titriyor, dizlerim bana en büyük ihanetini gerçekleştirmek üzere hazırda bekliyordu. Karşımdaki bedenim, tam önüme geldiğinde, sadece gözlerini gözlerime dikerek, buz kesmiş ellerimi kavradı. Kalbim delicesine çırpınıyor, başım fıldır fıldır dönüyordu. "Git," dedi adeta yalvarırcasına. "Git ve ona sığın. Allah'tan sonra yalnız ona sığın."anlamazca kaşlarımı çattığımda, devam etti. "Ona git, Doğa Alin. Ona sığın, onlara sığın. Ondan, onlardan başkasına güvenme." Dedi yine yalvarırcasına. Hızla kafamı aşağı yukarı sallarken, ellerimi ittirerek, "Git buradan! Kaç, kurtar kendini!" dedi emreder gibi. Sesi emreder gibiydi ama gözleri, yalvarır gibi bakıyordu. Arkamı dönerek olağan gücüm ile koşmaya başladım. Nereye gittiğimi bilmeden, büyük bir bilinmezliğe doğru koşuyordum. Arkamda bıraktığım, âcizane bir bedene sahip olan ben, acı bir feryat kopardı. Hızımı kesmedim. Aksine daha da hızlanarak kaçtım oradan. Ardımda bıraktığım bedenimden, acı bir "Kaç!" feryadı daha yükselirken, bir çığlık da benim dudaklarım arasından serbest kaldı.
Hızla gözlerimi araladım. Nefes nefese kalmış, sudan çıkmış balık misali sırılsıklam olmuştum. "Doğa?" birinin adımı seslenmesi ile sağıma döndüm. Ateş, dirseğinin üzerine kalkmış bana bakıyordu. Hızla kollarımı boynuna doladığımda, büyük elleri belimi buldu. Sol eli saçlarımı bulurken, kafasını boyun girintime yaslamıştı. Ilık nefesi sakinleşmeme neden olurken, gözlerimi kapadım."Ateş..." İsmi dudaklarımdan adeta yalvarırcasına dökülürken, kelimelerin yükünü o sırtlanmıştı. "Şşşt. Tamam, Güzelim. Geçti. Ben buradayım. Korkma ben yanındayım. Güven bana, Güzelim, geçti..." fısıltısı kulaklarıma ulaşırken, bana rüyamı anımsattı. Yeniden gözlerimin önüne düşen replik, Ateş'in boynundaki kollarımı daha da sıkılaştırmama neden oldu. Âcizane bedenim gözümün önünden gitmiyor, birbirine karışmış duygularımın oluşturduğu kalın halat adeta boğazımı sıkıyordu. Derin bir nefes alarak, rüyanın etkisinden kurtulmaya çalıştım. Ateş'in ılık nefesi boynuma değerken, sakinleşmem daha kolay oldu. Uzun bir süre sarıldıktan sonra Ateş geri çekilip, "Sana su getirmemi ister misin?" diye sordu fısıltı ile karışık. Kafamı olumlu anlamda salladım. Ateş, usulca alnımı öperek odadan çıktı...
Hepimiz salonda oturmuş, birini bekliyorduk. Karşımda Can, onun yanında Melih, sağ çaprazımda Ateş, onun yanında Anıl, benim yanımda ise Görkem oturuyordu. Bakışlarım salondaki herkesin yüzünde gezindi. Bakışlarım son olarak karşımda oturan Can'ı bulduğunda, onun da bana baktığını fark ettim. Bakışlarımız kesiştiğinde, komik suratlar yapmaya başladı. Gelen gülme isteğini bastırmakta zorlanıyordum. En sonunda dilini çıkarıp, gözlerini şaşı yaptığında, daha fazla dayanamamış kahkahamı serbest bırakmıştım. Can' da benimle beraber gülünce, bütün gözler bizim üzerimizdeydi. Görkem'de bizim bu saçma halimize -yani sanırım- gülmeye başladı. Anıl ve Melih de birbirlerine anlamazca bakarak bize katıldılar. Herkes delicesine gülerken, benim gözlerim ela gözlerde takılı kalmıştı. O ise sadece bana bakarak ufacık gülümsüyordu. Kahkaham durulup, yerini utangaç bir tebessüme bırakırken kafamı eğdim. Birkaç saniye sonra kafamı kaldırarak, yeniden gözlerine baktım. Gülümsememi daha da büyüttüm bu kez. Bu hareketim karşısında, o da dişleri görünecek şekilde gülümsedi. İnanamıyorum! Kocaman gamzeleri vardı, iki yanağında da. Çene kemiğine, âdem elmasına, çıkık elmacık kemiklerine ve gamzeye büyük bir zaafım vardı. O an, bu özelliklerin tümünün Ateş'te de olduğunu fark ettim. Yeşillerim kısa süre yüzünde oyalandıktan sonra, ikimizde aynı anda kafalarımızı eğerek gülümsedik...Hepimizin kahkahaları son bulmuştu. Aradan geçen birkaç dakikanın ardından, salonu dolduran melodi ile herkesin gözleri Melih'i buldu. Telefonu çalıyordu. "Furkan..." diyerek ayağa kalkıp salondan çıktı. On dakika sonra tekrar salona geldi. "Abi bizimkinin arabası bozulmuş. Biz bir gidip bakalım."dedi. Ateş başını sallayarak onayladı. Anıl, Görkem ve Can ayaklandıklarında, onları yolcu etmek için ben de kalktım. Can bana bakarak sırıtmaya başladığında yanına gidip yanaklarını sıktım. "Doğa yaa! Bütün karizmamı yerle bir ettin kızım!"dedi sitem dolu bir sesle. Gülerek iki yanağını da öptüm. "Oldu mu Yürüyen Karizma Bey?" dedim alayla. "Uf uf olmaz mı? Yanaklarıma Dişi Meteor çarptı." Dedi gülerek. Anıl ve Melih gülerek kapıya ilerlediler. Can'da evden çıktığında, tekrar salona döndüm. Ateş, kaşlarını hafifçe çatmış, gözlerini bir an üzerimden çekmiyordu. "Ne oldu?" dedim dayanamayarak. "Doğa, ev bulma." Dedi. "Neden?" dedim afallayarak. Derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı. "Çünkü benim himayem altındasın bundan sonra."dedi emin bir sesle "Yani?" dedim tek kaşımı kaldırarak. "Benim himayem altında olduğun için gözümün önünde ol." Dedi. "Senin himayen altında mıyım?" dedim anlamadığımı belirterek. "Evet. Eğer benim himayem altında olmasaydın. Başından beri bu evde kalmana asla izin vermezdim." Dedi. "Bak Ateş, ben çok teşekkür ederim. Beni yanlış anlama ama ben bir ev bulsam daha iyi olacak. Yani dört erkeğin içinde ben sadece bir kızım. Ailem bunu öğrenirse nasıl bir tepki verir bilemiyorum." Dedim. Ateş "Benim yanımdaki kimseden sana bir zarar gelmez. Korkma." Dedi. "Hayır, Ateş. Ben size güveniyorum. Zaten eğer güvenmesem, başında Anıl'ın teklifini kabul edip burada kalmazdım. Sorun sizde değil. Sorun, ailemin ne tepki vereceğini bilememem." Dedim, yeniden kendimi açıklayarak. "Eğer abini ikna edersen, ailen de ikna olacaktır." Dedi. "Peki, abime ne diyeyim? O da böy-" sözümü keserek devam etti. "İtiraz istemiyorum, Alin. Bu konu burada kapandı." Dedi. Kavga etmek istemiyordum. Bu yüzden sustum. Bu sırada telefonumun sesi kulaklarımı doldurdu. Telefonumu kavrayarak arayana baktım. Abimdi. Hadi ama cidden mi? Gözlerimi devirerek aramayı yanıtladım. "Alo" dedi abim. "Efendim abi." "ne yapıyorsun, Cadı? Hiç aramıyorsun, özledik seni." "Abi, 'Hiç aramıyorsun,' dediğin daha dün oluyor." Dedim sitemle. "Sus. Abilere cevap verilmez." Dedi gülerek. Bunun üzerine ben de güldüm... Abimle bir süre daha konuştuktan sonra kapadık. Ben telefonu kapadıktan kısa bir süre sonra Anıllar da gelmişti. Yanlarında biri daha vardı. Sanırım o Furkan'dı. Herkes salona geçerken ben mutfağa geçerek içecek bir şeyler hazırladım ve elimde tepsi ile salona döndüm. Herkese teker teker ikram ettikten sonra, oturmak için boş bir yer aradı gözlerim. Ateş, aynı yerinde oturuyordu. Anıl, benim yerime geçmiş, yanına da Melih oturmuştu. Görkem, Ateş'in karşısındaki tekli koltuğa oturuyordu. Onun sağındaki tekli koltukta ise Furkan vardı. Can, Anıl'ın karşısındaki koltuğa uzanmıştı. Sadece Ateş'in yanı boştu. Benim ayakta durduğumu fark eden Ateş, oturuşunu biraz daha dikleştirerek, çaktırmadan yanını işaret etti. Gülümseyerek oturduğumda, masaya bıraktığım iki kahveden birini eline aldı. Diğerleri konuşmaya dalmışken, o sadece yaptığım kahveye bakıyordu. Ufak bir yudum alarak, tadına baktı. Yüzünü buruşturması ile kaşlarımı çattım. Yavaşça yanına yaklaşıp "Ne oldu? Beğenmedin mi?" dedim üzüntü ile. "Ben şekerli içmiyorum." Dedi. "Bekle, ben hemen yenisini yapıp geliyorum." Dedim acele ile. Tam kalkıyordum ki bileğimden tutarak buna engel oldu. "Şimdi otur. Daha sonra yaparsın." Dedi. Olumlu anlamda kafamı salladım ve diğerlerine katıldım... Furkan ile tanışmış, kaynaşmıştık. Çok iyi birisiydi. Onu da sevmiştim...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Doğa'nın Ateş'i
Roman pour AdolescentsSoğuk bakışları yüzümün her bir miliminde dolaşıyordu. Kalbim, göğüs kafesimi parçalarcasına hızlı atıyordu. Kesik kesik aldığım nefesler, bana hiç yardımcı olmuyordu. İki elini de başımın yanına koymuş, kafasını da aramızda çok kısa bir mesafe kala...