Elimde tuttuğum kaşığı televizyona bakarak kavanoza daldırdıktan sonra bugün hep yaptığım gibi ağzıma götürdüm fakat bir tat alamadım. Gözlerim hüzünle kavanozun içine dönerken bütün fındık ezmesinin bittiğini gördüm.
Neyse ki evde bundan bir tane daha vardı.
"Ata, fındık ezmesini getirsene!"
"Kalk kendin al!"
İçeriden yüksek sesle konuştuğunda gözlerimi devirdim. Bana hizmet etmesi gerektiğini öğrenememişti bir türlü hayvan herif. Zorlukla yatağımdan kalkıp ayaklarımı sürüyerek odamdan çıktım. Kaşık ağzımda oldukça yavaş bir şekilde mutfağa girdiğimde birkaç çift göz bana döndü. Önce sırasıyla Kaan, Ata ve Yankı'ya, sonra ise üstümdeki canavar desenli pijamama baktım.
Çok şükür bugün de rezildim.
Arkamı dönüp gitmeye kalktığımda Ata beni omzumdan yakalamış, geri döndürmüştü. "Bir şey unuttun kardeşim."
Kafamda ampul yanmış gibi parmağımı şıklatarak onu kafamla onayladım ve boş kavanozu çöpe atıp tezgahın üstünde duran yeni kavanozu kucakladım. Mutfaktan çıkacağım sırada Ata önüme geçip tekrardan bana engel oldu. Bunu bir kez daha yaparsa o bebek poposu yüzüne sağlam bir darbe alacaktı.
Kaşlarımı 'ne' dercesine kaldırdığımda kafasıyla diğer çocukları işaret etti. Oflayarak onlara bakıp samimiyetsizce gülümsedim. Onun arkadaşlarıydı, onun derdiydi. Yankı'dan hoşlanmam bunu değiştirmezdi, kimseyle konuşmak istemiyordum.
Koluna sertçe vurup ondan kurtuldum ve odama doğru yol aldım. Kapımı kapatacakken karşımda Yankı'yı görmemle duraksayıp omuzlarımı çökerttim.
"Daha birkaç saat önce konuşmak istemediğimi belirtmiştim, sinirliyim."
Aslında sinirim geçeli epey olmuştu. Ama yorgun hissediyordum. Bence bu da konuşmak istememe sebebimi etkili hale getiriyordu. Ellerini cebine yerleştirip kafasını sağa eğdi. Hafifçe omuz silktiğinde yanakları pembeleşmişti. Onun bu şirin tavırlarına dayanamayarak gözlerimi kaçırdım ve kapıyı açık bırakıp yatağıma atladım.
"Konuşmak istemiyorsan konuşmak zorunda değiliz. Sadece sen böyle olunca ben de kötü hissediyorum."
Kavanozun kapağını açarken ona yandan bir bakış atıp yüzümü buruşturdum. "Yarına düzelirim."
Konuyu uzatmak istemediğimi anladığından bir şey dememişti. Kapıyı kapatıp çalışma sandalyeme oturduğunda odamı incelemeye başlamıştı. Fındık ezmesini güzelce kaşıklayıp ağzıma attıktan sonra ben de istemsizce odama baktım. Çok bir şeyi yoktu aslında, normal bir genç kız odasıydı. Yalnızca fazlalık olarak Johnny Depp'in posterleri vardı.
"Karayip Korsanları, ha?"
Hevesle kafamı salladım. "Bayılırım. Sever misin?"
"Serisini dört kez bitirmişimdir."
"Oha." diye mırıldandım. "Ben iki kez bitirebildim, dört ne? Yemeyip içmeyip sıçmayıp Karayip Korsanları mı izledin?"
Kahkaha attığında dudaklarım yukarı kıvrıldı. Dört çoktu cidden.
"Küçüklüğümden beri izlerim. Sana oha asıl. Alacakaranlık falan izliyorsun sanıyordum."
Yüzümü buruşturdum, Karayip Korsanları varken Alacakaranlık kimdi ulan? "Kimse kusura bakmasın da Johnny Depp büyüktür Robert Pattinson, net. Adamın genç hali de yaşlı hali de karizma."
"Katılıyorum."
"Neden Alacakaranlık izlediğimi düşündün?"
Sorumla birlikte bir gözünü kapatıp diğerini büyüttü. "Çünkü senin bir vampir olduğunu ve dünyaya Ata'yı ısırıp vampir yapmak, ardından da kalbine kazık saplayarak onu öldürmek için geldiğini düşünüyorum."
Yaratıcılığına şaşkınca bakıp kafamı iki yana sallayarak güldüm. "Kimin vampir filmi izlediği açık ara belli."
"Bundan utanmıyorum."
Ellerimi belime koyarak girmek istediğim moda büründüm. "Sen Bihter Ziyagil'sin, aptallık etme."
Yankı da bu hareketime karşılık gülmemek için kendini tutup yüzüne geniş bir sırıtma yerleştirdi. "Fakir mi oluyoruz amca?" Sesini incelterek söylediği cümleden sonra daha ciddi bir ruh haline girdi. "Yok daha neler?"
Elimi ağzıma kapatıp kahkahamın tonunu alçaltmaya çalışırken yaşadığımız anı sorgulamadım. Saçmaydı ama yine de beni güldürmeyi başarmıştı. Hem de depresyonun eşiğindeyken. Alt dudağımı ısırırken kavanozu düşmesin diye yere bırakmıştım.
Gülmemizi durdurmamızı sağlayan şey kapımın hararetle açılmasıydı. Ata görüş açıma girdiğinde kaşlarımı çattım. "Çüş. Babanın kapısı mı bu?"
"Teknik olarak evet."
"Öküzlüğün de sınır tanımıyor her zamanki gibi. Kapı çalmak diye bir şey var it."
Ata bir süre düz bir ifadeyle bana baktıktan sonra Yankı'ya yönelik konuşmuştu. "Sen geçsene içeri. Bir şey konuşuyoruz, yoksun ortada."
Konuştukları konunun Yankı'yla alakası olmadığına, sırf Yankı ile aynı ortamda bulunmayayım diye onu yanlarına çağırdığına adımın Ecem olduğundan daha fazla emindim. Herkesle her türlü iddiaya girebilirdim bu konuyla ilgili. Maksat piçlik olsun.
Yankı bana baş selamı vererek odamdan çıktığında komodinin üstünde bulunan objeyi Ata'ya fırlatmak için elime aldım ancak çoktan çıkıp kapıyı kapatmıştı. Biliyordu arkasından gelmeye üşeneceğimi it.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇİRKİN | Texting
Short StoryEcem: Açık tonlar daha güzel Doğan: Yo, değil Ecem: E niye bana soruyorsun o zaman geri zekalı? Doğan: Fikrini merak ettim Ecem: Açık tonlu olanı al Ecem: Pastel boya alıyorsun Doğan, Da Vinci'nin şifresini çözmüyorsun Ecem: Adı üstünde pastel Doğan...