four

10.7K 1.1K 1.4K
                                    

Şirkette ki 2. günümde düne nazaran oldukça uyuşuk ve dengesiz adımlarımla, taşlı yollarda adeta bir yılan gibi sürünürcesine ilerliyor, ağlamamak için tüm benliğimle kendimi kasıyordum.

Ağlamamam gerekiyordu çünkü eğer öyle bir hata yaparsam sanırım tüm yılların birikmişliği ile başa çıkamaz ve ağlama krizime, şirket yolunda başlar bunu günlerce sürdürürdüm.

Buna gerek yoktu, acıyan bakışlara ve yalancı tesellilere hiç gerek yoktu.

Aslında herkesin önünde ağlayabilmek benim için güç göstergesiydi çünkü bunu herkesin yapabileceğini sanmıyordum. İnsanlar genelde insan içinde ağlamamak için uğraşırdı benim aksime. Ben aslında hayatımda çok sıkta ağlardım, ağlamayı da severdim ama bu saçma şeylere ve basit nedenlereydi.

Yani bir müzik, dizi ya da izlediğim bir görüntü bunlar dışında ciddi bir duruma ciddi bir şekilde ağlamak... Bunu ne düşünmek ne de yaşamak isterdim.

Böyle iyiyim.

Uykum tamamen düşüncelerimden sızıp, tüm bedenimi olabilirmiş gibi daha da uyuşturduğunda, gözlerimi büyüterek uykumu kaçırmaya çalışıyordum.

İşe yarıyor muydu? Tabii ki hayır ve komik mi görünüyordum? Tabii ki evet.

Dün gece, yugyeom'un bir anda gerçekleşen aramalı tacizleri sonrası -numaramı nasıl bulduğunu hâlâ bilmiyorum, hani bu şirkette kişisel bilgi gizliliği?-  söve söve telefonumu sessize almış ve öylece yatağımda uyuyakalmıştım, gerçekten öylece.

Dün gece gerçekten eve girdiğim gibi ne üstümü değişebilmiş, ne bir gram yemek yemiş ne de başka haltarla ilgilenebilmiştim, sadece kendimi odama oradan yatağıma atabilmiş, sonrasında uyuyakalmıştım.

Bunun, yani bu yorgunluğumun nedeni şirketin evime gerçekten çok fazla uzak olmasıydı ve de eğer otobüs bulma-bekleme dakikaları ya da saatleri diye bir hesaplama yaparsak, işten 9 gibi çıktığımı da ele alırsak, eve varış saatim tam olarak 11 oluyordu. Gecenin köründe eve gelebiliyor, sonrasında yugyeom'un aptal çağrıları ile sinir krizi geçirip, ölü balık gibi uyuya kalıyordum.

Ne kadarda ilginç, değil mi?

İyi tarafından bakarsam, en azından güzel bir rutin kazandırıyordum kendime.

Rutin dediğim şey de yugyeom'un telefon çağrıları olacaktı ama neyse...

Eh, bunların yanı sıra tabii ki bu haklı yorgunluğumun ve aptal telefonu sessize alma düşüncemin gayet bilinir bir sonucu vardı.

O da oldukça ilginç(!) bir şekilde işe geç kalmamdı.

Hiçbir şekilde şaşırtıcı asla olmayan bir durumdu bu ama tanrı sanırım taehyung'un gazabından dolayı bana acımış, beni işe sadece yarım saat gibi bir süreyle geciktirmişti. Bu yüzden, uykusuzluktan ölüyor olsam bile mutluydum çünkü taehyung tam bir felaketti.

Bu yarım saatin içinde, hazırlanma dışında -çünkü zaten hazırdım- yemek yeme ve yol vardı.

Yolu bu kadar çabuk nasıl hallettin derseniz, yine ve yine yoongi hyung'un arabasını almıştım.

Sadece almıştım, kesinlikle çalmamıştım.

Yoongi hyung'un kendisi karşı komşum oluyordu ve biz gerçek anlamda fazla yakındık. Arkadaştan bir tık öte, çok yakın kardeşlerden ise bir tık geri bir ilişkimiz vardı.

Başı boştuk, pervasız bir şekilde birbirimizin evine girer durur, bir şeyleri araklar ve hiçte hesap sormazdık. Yani kısacası mahremiyet denen kavram ikimiz arasında hiçbir şekilde yoktu, ah tabii eğer gereksiz yere neşe saçan, hiç haz etmediğim hoseok adlı şahıs hyungumu ziyarete gelmezse çünkü hiç hoş şeyler yapmıyorlardı ve ben onları haberim yoksa iğrenç posizyonlarda buluyordum ama konu arabaya geldi mi, ona anahtarı teslim etmek için geri gittiğim an sağlam bir yumruk yiyor sonrasında yerime oturuyordum, başka ne yapabilirdim ki?

V's World ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin