Müzik dinlemek hep en büyük hobim olmuştur. Eşsiz bir ruh halinde, başka bir boyutta hissederdim kendimi. Notalar arasında dans eder, tüm nağmeleri tadına varırdım. Şarkıcının sesinin renginin ne olabileceğini düşünürdüm. Bazen şarkıya göre kafamda kendi klipimi hayal eder, başroldeki kız da genel hep ben olurdum. Farklı farklı klipler hazırlardım kafamda ama mutlaka içinde dans olurdu.
Dans etmek te en az müzik dinlemek kadar güzel bir eylemdi benim nazarımda. Dans etmek başka bir tutkuydu. Coşkun duygular içinde müziğe karşı yapılan bir savaştı. Hem müzikle beraber savaşırdın hem de müziğe karşı mücadele ederdin.
Ben genelde hep beraber savaşırdım. Savaşı hep içimde verirdim ama dansın ruhunun bütünlüğü, müziğin benliğiyle güç kazanırdım. İkisi eşliğinde başka diyarlarda dolaşırım. Bazen savaş alanı gibi bir yerde, bazen de cenneti andıracak bir yerde olurdu bu. Tek cümleyle başka bir mutluluktu dans etmek. Başka bir ruh hali. Belki de bir ruh hali değil, daha çok ruhun kendini ifade etme şekliydi.
İşte bu yüzden bende sürekli dans ederdim. Bazen sinirlenince, bazen mutlu olunca ama en çok üzülünce.
Çoğunlukla üzüldüğümde dans etsem de şu an dans etmemin nedeni üzüntüden değildi. Daha çok benliğimi dinlendiriyor, belki de susturuyordum.
Aklımdaki düşüncelerin haddi hesabı yoktu. Hayatım monoton ama biraz bana yabancı gelecek şekilde geçiyordu. Yabancıydı çünkü dışarıdan izliyor gibiydim. Sanki yaşayan ben değildim. Uzaktan izliyor ona göre hareket ediyordum. Kontrol bendeydi ama neyi kontrol ettiğim elimde değil gibiydi. Değişik bir ruh hali içerisindeydim. Kendimi anlamakta zorlandığım.
Dans ediyordum çünkü kafam doluydu. Bir hafta boyunca şirkete düzenli olarak gitmiş ve çalışmıştım. İşime alışmış, kendimce gelişme denilecek kadar ilerleme kat etmiştim. Şirket çalışanlarının neredeyse yarısını tanımıştım. Çok iyi olduğum, Buse, Hakan ve Mert'ti; Ama diğerlerini de bir merhaba diyecek kadar tanıyordum.
Buse, Hakan ve Mert'te söz verdiğim üzere yemeğe çıkmıştım. Güzel sohbetler etmiş, hayatları ve hayalleri ile ilgili bolca konuşmuştum. Bazen iş hakkında konuşmuş bazen de özel hayat ile ilgili konuşmuştuk aramızda. Evet, özel hayatlarını dinleyecek kadar yakınlaşmıştım onlarla. Çekinmeden anlatmışlardı. Onlar anlatınca bende gizleyeceğim bir şeyim olmadığı için anlatmıştım. Önce babamı anlatmakta tereddüt etsem de, yanımda sürekli dolaşan korumanın açıklamasını yapamayacağım için anlatmıştım. Çünkü yalan söyleyecek kadar düşünmemiştim, belki de istememiştim. Beni içlerinde yargılayacaklarını düşünsem de, yargılamamış daha çok anlayışlı bakışlarla karşılaşmıştım. Bana hiç patronun kızı gibi davranmamışlardı ama babam hakkında konuşurken kendi aralarında konuştukları gibi konuşmayıp, daha dikkatli konuştuklarını da fark etmiştim.
Aramızda hem bunları konuşmuş hem de yemek yemiştik. Yemek yedikten sonra vaktimiz olduğu için bir çay bile içmiştik. Tüm bu süreç içerisinde sürekli konuşmuş, sohbetlerine dahil olmaya çalışmıştım. Çalışmıştım çünkü aklım konuştuklarımızda değil daha çok bir iki masa uzağımızda, tek başına yemek yiyen adamdaydı.
O gün bizimle yemek yemesi için teklif etsem de istememişti. Bilmiyorum belki de istemişti ama yaptığından sonra öyle olduğunu düşünmüştüm kafamda.
Arkadaşlarımın geleceğini onlarla yemek yiyip tanışacağımı söylemiştim. Onun da bize eşlik etmesinin benim açımdan sakınca olmayacağını da belirtmiştim. Tüm bunları ona söylerken o sadece gözlerime soğuk soğuk bakmış, benim için bir sandalye çekmişti bir masadan. Ben oturduktan sonra karşıma oturacağını düşünsemde, iki masa ileride bir sandalye çekmiş, oturmuştu. Sırtını yasladıktan sonra bana bir şeyler anlatmak ister gibi uzun uzun bakmıştı. Ben ise masamı geçtikten sonra çatılmış kaşlarımla bakışlarına karşılık vermiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YABANCI
General FictionÖlüyordum. Ölüyordum ve ölüm, hiç kimsenin bilmediği şekilde tatlıydı. Aileme kavuşmaktan ve bu tatlı ölümün beni çekmesinden mutluydum. Dudaklarımda kalan küçük tebessüm ölü bir bedeni görenleri korkutabilirdi ama ben mutluydum. Karanlığa doğru y...