22/ you know it's true; everything i do, i do it for you.

20K 2.6K 1K
                                    

"taehyung," seslendiğim ismi dudağımın ucunda aniden beliren nefesime karışmış ve dışarıya az da olsa boğuk biçimde çıkmıştı. yine ismini sesleniyor, onu anıyordum ve bu bazen ıslık çalarak şeytanı çağırmak; bazen ibadet ederek kutsal hissetmek gibiydi ancak ben neyi ne zaman yaptığımı bilemezdim işte.

fırçasının ucundaki kırmızı boyayı huysuzca somurtarak izlerken ben de onu izliyordum lâkin somurtmuyor, tebessüm ediyordum. "söyle bakalım." deyivermişti merakla. bunu da fark etmiştim işte. ayın on dördünden beri (üzerinden dört gün geçmişti) konuşmalarıma, söylediklerime karşı bir merak duyuyor ve cümlelerimin ötesini öğrenmek ister gibi dinliyordu. ona aşık olduğu kadının ağzından kurduğum uzun cümleler nedeniyle olsa gerekti. kendime yormazdım, bu benim için yorucu olurdu ve ben onun yanına yanaşsam dahi incinmekle yükümlüydüm sanki.

"resim çizerken ne güzelsin," deyivermiştim burnumu çekerken. "gözlerimi çekemiyorum senden." alt dudağını dişleri arasına almış ve çıplak omzu üzerinden bana bakmış, teşekkür eder gibi aşağı yukarı sallamıştı kafasını lâkin ben bunu profilinden görmüştüm. yine de yetinmemiştim bu iltifat ile. onun hakkında konuşmaya başladığımda asla susturulumadığımı fark edeli çok olmuştu ve ben bununla baş etmekle de asla uğraşmamıştım doğrusu.

oturduğum parkede emekleyerek onun minderine yanaşmış ve çıplak sırtının hizzasında duruvermiştim. tablosuyla ilgilenmeye döndüğünden üzerimdeki bakışlarını yitirmiştim fakat sorun değildi, yeniden kazanacaktım. bugün epey doyumsuz bir çocuktum ve onu kızdırmaktan delicesine korksam da; istediğimi almak ve onu biraz daha fazla sevmek istiyordum.

"tam buradaki," diye mırıldanmış ve buz gibi olduğuna emin olduğum işaret parmağımın ucuyla sırtındaki benine dokunmuştum. bunu beklemediğinden irkilmiş ve yerinde kıpırdanmıştı rahatsızca. rahatsız etmek istememiştim, ne istediğimden emin bile değildim aslında. bildiğim tek şey sevmek istediğimdi. parmağımı koyduğum noktadan biraz sağa kaydırmış ve "sonra buradaki.." demiştim. o ise derin bir soluk almış ve ismimi uyarır bir tonda anmıştı. parmağımı aşağıya kaydırmış ve yine tekrarlamıştım kendimi. durdurmamıştı bu beni. "ve buradaki de.." demiştim. taehyung gözlerini kapatmış, sanki bitmesini bekliyor gibi hareketsiz kalmayı tercih etmişti. kırılsam da, bunu yapanın yine ben olduğunu bilmek uçurup götürmüştü bunu.

"sırtındaki benleri birleştirdiğimizde; sanki avcı takım yıldızını görüyorum." parmağım, teninin sıcaklığı ile ısınmıştı ve ben sırtına dokunmaktan geri durmuyordum. onun ise ne hissettiği ve düşündüğünden bir haberdim. "teninde bir takımyıldızı taşıyorsun." bıkkın bir soluk aldığını hissettiğimde elimi hızla teninden çekmiş ve yutkunuvermiştim. ne aptaldım, izinsiz ona dokunmamam gerektiğini iş işten geçtikten sonra idrak edecek kadar büyük bir aptaldım ben hem de.

"biliyor musun jeongguk," demişti o ise fırçasını paletinin üzerine bırakırken. usulca azarlanmayı bekliyordum. yaptığı hatanın farkında olan, yaramaz bir çocuk gibiydim ve irislerimi az önce onun güzel tenini hislemiş olan parmaklarıma çevirmiştim. "bencilsin." kaşlarım duyduğum kelime ile havalanırken, bunu anlayamamıştım. neden söylemişti aniden böyle?

minderinin üzerinde bedenini bana çevirerek konuşmaya devam edeceğinin sinyalini vermişti. kafamı kaldırıp yüzüne bakmak ise istemiyordum, bu yüzden öylece durmaya devam ettim. kalbimi tuhaf bir korku kaplayıvermişti ve ben bunu körüklemek istemiyordum.

"bencilsin çünkü sürekli hislerini dile getirmenin bana iyi hissettireceğini sanıyorsun fakat ben karşılık veremediğim birinin, bana duyduğu aşk yüzünden paramparça oluşunu izlerken keyif almıyorum. istesem de söylediklerinden, bana bakışındam mutlu olamıyorum, jeongguk. anladın mı neden bencil olduğunu?" dudakları arasından kendi kendiyle alay eder gibi bir "hah" sesi çıkarmış ve başını iki yana salladığını düşündüğüm bir şekilde hareketlenmişti. "az sonra o koca gözlerini yine üzerime dikeceksin ve ben sana duyduğum şefkat yüzünden yine yenileceğim ama jeongguk, sen sana aşık olmayacağımı bilsen de sınırlarını bilmeyeceksin."

başımı ellerimden kaldırmış ve gözlerine bakmıştım öylece. onu rahatsız ettiğimi, tüm bunların kötü hissettirebileceğini asla düşünmemiştim ve şimdi onun ilâhi sesinden işitmek sistemimi yakmış; dengemi bozuvermişti. gözlerimin yandığını hissetmiştim, çok yanmışlardı ve sanki göz pınarlarımdan kezzap akıtacak gibi hissetmiştim. fenaydı doğrusu.

"anladım.." mırıldanmıştım. sesim kısık çıkıvermişti kendiliğinden. şimdi ise ne konuşabileceğimi bilmiyordum. söylediğim her şey bencilce, ağzımdan çıkabilecek her kelime potansiyel yanlış gibi hissettiriyordu ve kendime olan inancımı böylesine çabuk yitirebilmekten de hiç mi hiç hoşlanmamıştım.

ıslanan kirpiklerimi birkaç kez kırpıştırmış ve bu defa kuvvetli biçimde çekmiştim burnumu. "sadece sana güzel hissettirmek başlığı altında aptal gibi davrandığımı fark edemedim. özür dilerim." kelimeleri toparlamak, o bana söylediği kelimelere rağmen yumuşakça bakarken öylesine zordu ki kekeleyivermiştim. bana burukça tebessüm etmiş, "ağlamanı ya da üzülmeni istemiyorum, sadece bil istedim. küçücüksün henüz, olur böyle şeyler." demişti. başımı hızla onaylar biçimde sallamış ve gitmek için ayaklanmıştım. bu gece daha fazla aptallık etmek ve kötü hissettirmek istemiyordum. bencil bir aşık olmak asla istemiyordum.

aralık dış kapısına vardığımda sesini işitmiştim. "jeongguk," her şeye, zehirli her kelimeye rağmen ismimi çiçek gibi söylüyordu ve ben büyüleniyor, mest oluyordum. öyle ki; yerime mıhlanmıştım da. "yine de seni büyütmek istiyorum."

yine hareket edememiştim.


ben buralara çok düzyazı yazmaya başladım. şikayetiniz var mı ki?

disfruto ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin