merak etme conan, bu hikayede bizim de bir heather'ımız var..
bar tezgahının üzerinde içe dönük şekilde oturarak ayaklarımı sallandırıyordum. yüksek sesli müziğe karışan insan sesleri beni değil de, taehyung'u fazlasıyla rahatsız ediyor olsa da alışmış olduğunu dile getirmekten geri durmuyordu. taehyung, önüne uzatılan bardağa yeni bir içkiyi süzdükten sonra sahibine doğru masada sürümüş; hemen sonrasında kucağımda tuttuğum kaseye parmaklarını daldırıp ufak bir çileği dudaklarından içeriye yollamıştı.
sahte bir kızgınlıkla omzuna vurmuş, dudaklarımı büzerek söylenmiştim. "ben senin şarap şişelerine sulanıyor muyum?" kaşları havalanmış, dudakları dalga geçer bir ifadeyi tamamlamak üzere aralanmıştı. dürüst bir çocuktum, tapılası görünüyordu. yüzüne çarpan yanar döner ışıklara rağmen, omzundan göğsüne doğru gri tişörtüne yayılarak sarkan beyaz renkli bezi dahi geniş omuzlarında muazzam bir parçaymış gibi taşıyordu ki, oturduğum yerde hissettiğim sarsıntıların en büyük nedeniydi güzelliği.
"seni içeri aldıklarına dua et." demiş ve gülmüştü, alışkanlık edindiği gibi başını iki yana sallayıp gözlerini kaçırarak. "ağabeyim sandılar seni." diye mırıldandım huysuzlanarak. buna karşın omuz silkmiş ve boşalan bardaklarla ilgilenmek üzere tezgahın diğer yanına döndermişti bedenini. şimdi yine, yeniden sırtı ile burun burundaydım ve en yakınımdayken bile gözlerime ilişen sırtı olursa yüreğim sancılanıyor, acı içerisinde kıvranıyordu. sanki, kim taehyung bana hep yüzünü dönmeliydi zira birinin ensesindeki beni dudak kenarlarından daha hızlı ezberliyorsanız büyük bir azap içerisinde olmalıydınız.
fakat ben kendimi bildim bileli yalnız bir kalptim. dallanıp budaklanan bir çınar ağacı olmak yerine, zayıf kollara sahip bir zeytin ağacıydım belki de ben. bir dost arayışına hiçbir zaman girmemiştim zira kimseler kurduğum dolambaçlı cümleleri; çetrefilli ruh hâlimi çözümleyemediğinde işe yaramaz geliyorlardı bana. liseden sonra okumamıştım bile, ilgimi çekmiyordu ki. büyük adam olmak, çok tanınmak ya da birilerinin gururu olmak üzerine yetiştirmemiştim kendimi. şiir yazardım, kelime oyunlarına bayılır ve sürekli süslü cümleler kurardım. her şeyi metaforlaştırır, insanların umursamayacağı şeylere kırılırdım zira başkalarının dönüp bakmayacağı o şey benim için dönüm noktalarını ifade ederdi. karmaşık bir çocuktum, ben bile bilmezdim nerede ne yapacağımı. ama bilmelisiniz ki, benim gibi insanlar o bahsedilen arka profile dahi muhtaçlardı. birinin postallarının uzaklaştığı anı izlemek, ense tıraşının kusursuzluğunu fark etmek.. tüm bunlar, hiç geleni olmayan birinin gidişleri varlık kabul etmesiydi ve kim taehyung'un uzaklaştığı anlar tam olarak bu yüzden bana tebessüm ettirirdi.
"merhaba." hiçbir hayatımda bana tanıdık gelmeyecek bir ses tonunun bana hitaben konuştuğunu fark ettiğimde omzumun üzerinden ardımda kalan bedene döndüm ve yüzüne baktım anlamsızca. burada öylece duran bana neden selam versindi ki? anlayamıyordum, fazlaca yabani kalıyordum bu tür insan ilişkilerine. taehyung yalnızca en yontulmuş yanlarımı, seyrekleştirilmiş tatlarımı biliyordu işte. "çirkin bir niyetim yok, lütfen yanlış anlama." demişti karşımdaki oğlan ellerini sağa sola hızlıca sallayıp, paniklemiş biçimde. yanlış anlamamıştım, hiçbir şey anlamamıştım sadece.
"ah," demiş ve çekingence kirpiklerimin altından bakıvermiştim yabancıya. "merhaba?" hâl ve tavrım hâlen sorgular biçimdeydi ve bar tezgahında bana yakın olan iki kişiden biri olan taehyung dışında, yanımdaki oğlanın da bunu fark ettiğini anlayabilmiştim. taehyung, barda canlı müzik yapan grubun gitaristi ile hoş bir sohbete dalmış gibi görünüyordu be kesinlikle ilgisi zerre üzerimde değildi. bu yüzden burada sıkılmak yerine, yanıma gelen oğlanla biraz sohbet edebilirim diye düşünmüştüm zira yalnızlık boğucu, korkutucu gelmeye başlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
disfruto ✔
Fanfiction[💛🏚️] [age gap taekook x text, düzyazı] ben, içimde bir yerlerde bir büyük yangın, sen avcunda tuttuğun bir içim suyla kapımda. sevgi diyorsun, sevgi yarayı iyileştirir.