"kaçar gider yine gözlerin, yeterli değil miydi sözlerim seni biraz daha tutmaya yanımda."
"bu sana son mektubum ayrılmaya mecburum.
ne olur anla beni, bu aşktan korkuyorum."bu iki şarkı kesidinden hangisini kim söylemiştir sizce?
çorap geçirmiş olduğum ayaklarımı elektrikli sobanın hafif ılık tellerine dayamış, üşümelerinin dinmesini beklerken uzandığım zeminde öylece taehyung'u izliyordum. tekli koltuklardan birine sığışmış, elindeki kitabı büyük bir ciddiyetle okuduğunu sanıyordu lâkin son on dakikadır ne sayfa çevirmek için hâmle yapmış; ne de doğru düzgün göz kırpıştırmıştı. yine de oradaydı, ayaklarını kol kısmına atarak yan biçimde oturmuş hâlde, oradaydı.
uyandığımız andan beri üzerinde tarifi imkânsız bir durgunluk vardı. sabah kahvaltı etmek istememiş, pek bir iştahsız olduğundan birkaç cümle ile söz etmişti lâkin bu beni durdurmamış, peşinde pervane olarak bir bebeğe yemek yedirirmiş gibi gittiği her yere onunla varıp karnının doyduğundan emin olmuştum. tabağını bitirdiğinde ise burukça tebessümüyle dudaklarıma uzanıp minik bir buse kondurduktan sonra kovalamacamız yeniden başlamıştı. akşamüzerine varmaktaydık ve tüm zaman boyunca taehyung ya bana sokulmuş, ya da köşe kapmaca oynamayı tercih etmişti. dizlerime uzanıp yüzünü karnıma gömerek belime sarıldığı bir ana da sahipken, şimdi olduğu gibi benden ötedeki koltukta kendi zihninde kendini yaşattığı anlara da sahip olmuştuk.
başta buna anlam verememiştim zira dün çok iyi, mutlu ve hareketliydik. tüm vakitler boyunca gülüşmüş, sevmediğimiz kitaplar hakkında sohbetler etmiş ve taehyung'un çocukluğu hakkında onun ağzından hikayeler dinlemiştim fakat sabah uyandığımızda, üzerine kasvet çökmüş ve başının etrafında dolanan gri bulutları somutlaşmış bir taehyung bulmuştum. sonrasında ise sebebini fark etmiştim, kafamın içerisine kurşunlar boşaltan bir sebep.
ayın on dördü.
taehyung'un bir salem cadısı gibi diri diri yandığı, bu ateşin asla son bulmadığı; aşkını toprağın kabul etmediği lâkin sevgilisini seve seve aldığı gündü ve ben onun acısını dışarıdan öylece izlerken; o gözlerindeki sızıyı okuduğunu sandığı saman sayfaya aktarıyordu sanki. katlanamıyordum buna. çok şeye tahammül edemiyordum lâkin bu, benim kollarıma kendi aşkım bile ağır gelirken bir de o kadına dair bir sevgiyi kavramaya çalışmam, artık sahiden alttan almak yüreğimi dikenli teller üzerine bırakıyordu.
"taehyung," demiştim aniden. kafamın içerisindekilerin sese dönüşeceğinden korkmuş ve dudaklarımı birbirine bastırmıştım birkaç saniye zira o an öylesine büyük bir düşünce seline kapılmıştım ki, düşündüğüm cümleden ziyade ismi patlamıştı dudaklarımda lâkin beni duymamıştı. yahut duyduysa dahi algılayamamış, kafasında manaya kavuşturamamıştı çünkü öylesine bitkin görünüyordu ki; zihninin içerisini susturmak için ezberlemek üzere olduğu sayfayı yine, yeniden okuyordu. karşımdaki beni görmüyordu ve ben ruhumun alev aldığını hissediyordum.
bu defa yerden doğrulmuş, ufak adımlarla kanepeye ilerleyip arkasından kollarımı boynuna dolayarak avuçlarımı göğsüne yerleştirmiştim. bu defa dikkatini çekmiş olacağım ki irkilmiş, başını hafifçe bana çevirerek yanağına dayanmış iç bileğime dudaklarını bastırdıktan sonra, boştaki eli ile göğsündeki elimi kavramıştı. "sana seslendim fakat duymadın." diye mırıldanmıştım düşünceli ifademle. tek bir cümle kurmuştum ve şu saniyeler içerisinde yaşadığımız durumu anlatıyor gibiydim lâkin kastettiğim bizim tüm zamanlarımızdı. cümlenin taşıdığı ağırlığı bilen ve fark eden tek kişi olarak iç çekme ihtiyacı hissetmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
disfruto ✔
Fanfiction[💛🏚️] [age gap taekook x text, düzyazı] ben, içimde bir yerlerde bir büyük yangın, sen avcunda tuttuğun bir içim suyla kapımda. sevgi diyorsun, sevgi yarayı iyileştirir.