delinin biri gecenin bir yarısı, benim saatim can acımı, kalp kırıklarım geçiyor vaziyetteyken; kızarık gözlerimle yıldız işlemeli battaniyeme sarılmış şekilde televizyondaki filme göz atan beni sarsacak kadar büyük bir taşı suya atıp dalgalar oluşmasını sağlamıştı. kim olduğunu tahmin edersiniz o delinin, üst katımda yaşıyor vesaire...
sahiden de geç bir vakitte taehyung kapımı iki kez avuç içi, bir kez tüm parmakları ile sırasıyla vurarak aramızdaki şifremsi melodinin kulaklarıma dolmasına müsaade etmiş ve zeminin çıplak ayaklarımın altımı kızartacağı kadar sertçe kapıya koşmamı sağlamıştı. o benim evime fazla uğramazdı ve ben de bu yüzden heybeme doldurduğum hevesimle kapı kulpunu alelacele indirmiştim. yavaş ve tembel davranırsam aniden kapımın önünden yok olacakmış gibi bir his damarlarımı arşınlıyordu sanki.
kapım gıcırdayıp kulaklarımızı rahatsız edecek derecede ağırca aralandığında bedenini görmüştüm. o güzel, biçimli vücudunu.. simsiyah, dalgalı saçları neredeyse gözlerini örtüyordu ve buna asla aldırmıyordu. kesmek gibi bir girişimi hiç olmamıştı. bir keresinde wheein'in saçlarını kısa sevdiğini, bu yüzden kestirmeyerek kendini az da olsa özgür ve unutmak mümkünmüş gibi hissettiğinden bahsetmişti. bir de bana her şeye anlam yüklediğimi, metaforlaştırdığımı söyler dururdu.. ufak burnu kızarmıştı, fazla hassas olduğunu biliyordum. en ufak temasta kaşınmaya başlıyordu ve muhtemelen yine onu epey huylandırmış olmalıydı. yüz hatları sertti ve kirpikleri arasında, gözlerine denk düşen kararlı bir ifade vardı. nedenini anlayamamıştım fakat öğrenmemin çok da uzun sürmeyeceğini hisseder gibiydim. güzeldi, fazla süslenmese de özenmiş görünüyordu işte. her zamanki gibiydi fakat niyetini asla belli etmeden, kapımda bir tilki gibi dikilirken; onu çözememiştim.
"taehyung?" deyivermiştim şaşırmış gibi. oysa ikimiz de gelenin o olduğunu bildiğimin, şaşırmamın sahte oluşunun farkındaydık ancak ne o beni bozmuş, ne de ben geri adım atmıştım. bana ayak uyduruşundan hoşlanıyordum. "jeongguk," deyivermişti bir çırpıda. ifadesiz tuttuğu mimikleri anında değişmiş ve kaşlarını çatarak kazayaklarının belirginleşmesine de izin vermişti böylelikle. gözlerinin kenarlarında, yaşının getirisiyle beliren çizikler dahi mükemmeldi ve çöküp hıçkırıklara boğulmamı emreder gibiydiler.
"annen aramasa yarın doğum günün olduğunu bile bilmeyecektim. ne demeye söylemiyorsun bana?" uzun işaret parmağını bana doğrultup bebek azarlarmış gibi bir havaya bürüneceğini hissettiğimde kaşlarımı şaşkınlıkla havalandırmış ve ellerimi kapı kulpundan çekmiştim. "önemli miydi ki?" gözlerini kısmış ve beni göğsümden hafifçe iterek bedenini az biraz, antreye kadar geçirmişti içeriye. hareketleri afacan bir çocuk kadar hızlıydı ve göz bebeklerimle takip etmek, anlam yüklemek azıcık zor gelmişti. "bazen aptal bir çocuk oluyorsun." diyerek homurdanmıştı ağzının içerisinde. kelimeler dili ve dişleri arasında ezilerek boğuk, peltek çıkmıştı ki bu da tam olarak yüreğimin patlayarak kaburgalarımı kirletmesi manasındaydı.
"kutlayacak mıydın ki?" hayretle sormuştum çünkü bunun onun için önemli bir detay olabileceğinden bir haberdim ve bu konuda da pek haksız olduğumu sanmıyordum. taehyung'un beni büyüteceğini söylediği günün üzerinden epeyce vakit geçmişti ve o zamandan sonrasında da biz, biz gibiydik işte. değişen pek bir şey olmamıştı ve taehyung'un beni merak ettiğini de pek düşünmemiştim.
kapının arkasında, kilitte asılı tuttuğum anahtarımı yerinden çıkarmış ve gözümün önüne doğrı yanaştırıp sağa sola, şıngırtılar çıkararak sallarken; "kutlayacağız." demişti. nefesim soluk boruma sıkışıp içeriye giriş yolu bulamadığında, tıkanmış bir şekilde ona bakakalmış ve "bir yere mi gidiyoruz?" diye soruvermiştim. şaşkınlığıma karşı kendini bozmadan, hafifçe tebessüm etmişti ve ardından parmaklarını bileğime dolayıp beni kapının dışına doğru çekelemeye başlamıştı. kuvvet uygulanan bedenim istenilen yöne hareketlenirken sesimi ona ulaştırmaya çabalamıştım. "taehyung," seslenmiştim. "pijamalarımlayım!" duraksamış, bedenini yarımca bana doğru çevirerek baştan aşağı süzmüştü bedenimi. üzerimdeki penye pijamalardan dolayı çekinerek ona baksam da, başını iki yana kınar gibi sallamış ve hızla uzun parmaklarını saçlarım arasına daldırarak birkaç tutamı düzelttikten sonra geriye çekilip tekrardan süzmüştü beni. "iyisin, iyisin.." demişti düşünceli sesiyle. "şimdi, gidelim?" acelesine ve tavrına karşı tebessüm etmiş; sonrasında ise jesti karşısında nasıl bir vaziyette olduğumun pek de mühim olmadığını fark ederek peşine takılmıştım
hızlı adımlarla kendimizi sokağa attığımız anda taehyung, orta hâlli arabasına doğru ilerlemiş ve ben de paytak adımlarla öndeki yolcu koltuğuna yerleşmiştim. hâlen olan bitene adapte olmuş sayılmazdım lâkin taehyung'un benim için bir şeyler yapıyor oluşu yüzüme bir kova buzlu su atılmışçasına ayıktırmıştı beni ve göndermemi düşünürsek, daha fazla düşünürsem hipotermi dahi geçirebilirdim belki.
taehyung arabayı çalıştırmadan hemen önce göz ucuyla beni süzmüş ve kaçamak hâlde onu süzen irislerimin kaçmasına vakit tanıyamadan onları bedeninin üzerinde yakaladığında, asla akıllanmayacağıma dair söylenmişti gülerek. sonrasında ise koltukta büzülmüş bedenimi fark etmiş, ısıtıcıyı açarak kaslarımın sıcak karşısında gevşemesini sağlamıştı.
onu, iki katlı apartmanımızın üst katını kiraladığı andan beri mutlu gördüğüm günler bir elimin parmaklarından dahi azdı. ya sahiden gülümsemiyordu, ya da gizliden gizliden bunu sık yapıyordu fakat şimdi onu keyifli görmek evrenimdeki tüm havai fişeklerin aynı anda patırdamasına sebep olmuştu ve gökyüzüm aniden renk renk oluvermişti.
"toplu intihara mı meylettik?" diye sormuştum merakla, genellikle üzüldüğümüz zamanlarda birbirimizin yanına varışımıza gönderme yaparak. gittiğimiz yerler ise genelde evlerimiz olduğundan; ilk kez dışarı çıkmak gibi bir hamle yapışımız epey uçuk düşündürmüştü ve içimde dalga geçme isteği uyandırmıştı. o da göndermemi anlayıp göz devirdiğinde, "bildin, arabayı şarampole sürecektim tam da." cümlesine burun kıvırmış olsam da, otobana çıktığımızı fark etmeme sebep olmuştu ve bu farkındalıkla cama yapışmıştım aniden. avuçlarımı pencereye yaslarken leke olmalarını umursamamıştım bile.
"şehir içinde olmayacak mıyız?" taehyung, heyecanla soruşuma karşın ufaktan tebessüm etmiş ve başını iki yana sallarken direksiyondaki sağ elini gevşetmişti. araba kullanırkenki duruşunu, vücudunun hareketlerini izlemek bana milyonlarca kalbim varmış ve hepsi de aşıkmış gibi bir acı vermişti. kusursuz bir adamdı, keskin bir mükemmelliği vardı işte. "kaçırıyorum seni," demişti gülerek. "kötü adamların yaptığı gibi." dudaklarımı yusyuvarlak hâle getirip gözlerimi şakacıktan irileştirmiş; "hih!" şeklinde bir ses çıkararak cümlesine tepkimi ortaya koymuştum. gülümsemiş ve gözlerini yeniden yola çevirmeden önce, "sahiden çocuksun sen." diye mırıldanmıştı. daha çok kendi kendine söylenir gibiydi bu yüzden yanıtlamamıştım. önüme dönüp ayakkabılarımı çıkarmış, bacaklarımı kendime çekip kollarımı onlara dolayarak rahat bir pozisyon aldıktan hemen sonra gözlerimi kırpıştırarak onu izlemiştim.
bir süre sessiz kalmayı becerdikten hemen sonra, bunu yapmayı keserek "taehyung," demiştim, irislerim direksiyonun etrafına dolanan parmaklarına geçirdiği yüzüklerde; ara sıra ise ince bileğindeki ip bilekliklerde geziniyordu. "hm?" demişti. sesi genzinden gelmişti. "bencillik ettiğim için özür dilerim. hislerimi dile getirmenin ikimizi de rahatlattığını düşünüyordum." bu konuyu açmamın üzerine derin bir iç çekmiş ve yerinde kıpırdanmıştı. "bunları sana söyleyeli uzun zaman geçti jeongguk ve bu cümleleri kurmak da benim bencilliğimdendi. bu yüzden kendini hırpalama, içinden geldiğince olmanı istiyorum."
o an gözlerimin neşeyle parladığına eminim. kesinlikle, ışıl ışıl olmalıydım. "sahi mi?" deyivermiştim gülümseyerek. başını aşağı yukarı sallayarak onaylamıştı o da. pişman gibi durmuyordu bu kararından ve sevindirmişti bu. "sahi, jeongguk." demişti. "fakat yolumuz biraz uzun ve gözlerin kızarmış. uyumalısın, vardığımızda uyandırırım seni." alt dudağımı dişlerimin arasına almış ve kıkırdamıştım bu dediğine. "ama heyecanlıyken uyuyamam ki!" diyerek itiraz edivermiştim. yine de bu mızmızlanmam göz ucuyla bana bakıp, kelimeleri kullanmadan sertçe tehdit edişiyle son bulmuş ve göz kapaklarımın irislerimi perdelemesi ile ise manzaram yerini karanlığa bırakmıştı.
nereye gittiğimizi, ne yapacağımızı bilmiyordum lâkin taehyung, diyordum. ismini sayıklıyor, ona sonsuz güveniyordum ve her şeye rağmen çözemediğim tek denklem de oydu.
─
buraya hep hüzünlüyken uğruyorum ben
ŞİMDİ OKUDUĞUN
disfruto ✔
Fanfiction[💛🏚️] [age gap taekook x text, düzyazı] ben, içimde bir yerlerde bir büyük yangın, sen avcunda tuttuğun bir içim suyla kapımda. sevgi diyorsun, sevgi yarayı iyileştirir.