28/ i can taste her lipstick, it's like i'm kissing her, too.

18.8K 2.2K 2.6K
                                    

"taehyung," demiştim üzerimdeki cekete sarınarak. beni evden pijamalarımla çıkardığı için yanına aldığı kendi kıyafetlerinden vermek durumunda kalmıştı ve üzerimdeki kumaştan yayılan kokuya alışan burnum adeta uyuşmuştu. bundan memnundum. "gitmeden önce yine tepeye uğrasak mı?" doğum günümü kutladığımız tepeden bahsediyordum. gece gitmiştik oraya, çok sayıda ateş böceğinin içerisine ve hepsinin hatrı kalacak olsa da; bana ilk sözünü verdiği o mekânı gündüz gözüyle de görmek, hafızama mıhlamak istiyordum.

söz ettiğim tepeyi bildiğinden arabaya doğru ilerleyen adımlarını yavaşlatmış ve bakışlarını bana çevirmişti. kulağındaki sade, siyah küpe salınırken "hava kapalı ama.." diye mırıldanmıştı sakince. kahvaltıdan belli böyleydi taehyung. sakin, durgun ve uysaldı. sevinmeli mi, arkasını mı deşelemeli bilemediğimden yalnızca ayak uyduruyordum asıl ayak uyduranın o olduğunu fark etmeden. "yağmur yağacak." onun yağmuru sevdiğini ancak ıslanmaktan pek de haz etmediğini bilirdim. su damlalarıyla arasına camdan bir set çekerek gri bulutların keyfini çıkarmasını seven adamlardandı. yine de ben teklifimde ısrarcıydım.

"benim açımdan sorun yok," demiştim kafamı sola yatırıp gözlerimizi kenetlerken. "ben zaten sırılsıklamım." alt dudağını dişlerinin arasına almış, gözlerini kaçırmıştı ona yoğun hisler taşıyarak bakan irislerimden. araba anahtarını paltosunun cebine yerleştirmesiyle birlikte ise kararın verildiğini anlamıştım. taehyung uyandığımızdan beri bana hayıt demiyordu, ilginçti bu doğrusu. kahvaltıdan sonra merhemini sürmeme dahi müsaade etmişti ve ben özürler dileyerek açtığım yarayı onarmaya uğraşmıştım. ses etmemiş, işimi bitirmemi beklemişti. sonrasında ise hazırlanmamı söylemişti. şimdi ise burada, arabanın yakınındaydık.

fakat taehyung, arabanın zıttı yönde ilerlemeye koyulmuştu. yüreğime su serpmişti bu doğrusu zira onu tam da kış güneşinin altında, denizi gören bir tepede izleyebilecek olmak ta şurama bir huzur tutturmuştu. peşinden onu takip etmiştim. çok yorgun yürüyordu, arada bir parmaklarını saçlarının arasına daldırarak kafasını kaşıyor ve sonra yeniden paltosunun cebine ellerini daldırıyor; ayaklarını izleyerek yürüyordu. taehyung hep böyle yürürdü, karşısına bakarak adımlamazdı. ben gökyüzüne, çiçeğe böceğe dikkat kesilirken o sadece ayakkabılarını izleyerek atılırdı ileriye. onun birçok hareketi, tonlarca mana taşıyordu aslında bulmak isteyen gönüllüler için.

aramızdaki mesafe, giydiği palto ve diğer her şey bana saçlarımı boyadığı o günü anımsatıyordu. marketten saç boyası aldığımızda da yine aramızda böyle bir uzaklık vardı fakat o günleri anımsadığımda sorun bu değildi; bizim ruhlarımızın seyrek yürümesindendi. şimdi az da olsa yakalayabilmiştim onu, bu zihnimi doğurgan ve beni canlı tutuyordu.

peşinden tepeye doğru yürürken, aramızdaki mesafeye gök bile gürlemişti. ben beklenmedik bu hava olayı ile irkilirken o hiçbir tepki vermeden, gökteki gürültüyü fark etmediğini bile düşünmüştüm, yürümeye devam etmişti. tebessüm etmiştim sırtına doğru. ben daima taehyung'un bedenimden uzaklaşan postallarını izlemiş; yüzünden çok ense tıraşını ezberlemiştim ve gidiyor olsa dahi, izlediğim en güzel manzara olduğunu düşünürdüm. benim için bir şeyler yaparken dahi benden uzaklaşması can yakan cinstendi.

yürürken aklıma taehyung'un lise zamanları düştü. jimin'in anlattığı kadarıyla benim gibiymiş, bana çok benzermiş fakat onu diğerlerinden ayıran şey her şeyi göze alabilmesiymiş. bir durum olduğunda gözünü karartırmış, ta o zamanlardan sigara kullanırmış ve uçuk kaçık birisiymiş aslında. adaletsizlik sezdiği yerlerde dilinin zehrini kullanmaktan çekinmezmiş ve onun en çok da dili incitirmiş zaten. şiddetten hoşlanmazmış o zamanda bile, cümlelerin tesirini bilirmiş; onlarla bir cambaz gibi oynarmış. koca koca öğretmenleri bile parmağına dolayan, cebinde taşıyan haylaz bir çocukmuş ve pek de gururluymuş. toplumda koca kahkahalar atmaya çekinmezmiş, seveni kadar sevmeyeni de varmış lâkin tuhaftır ki ikisini de zerre önemsemezmiş. kemik bir arkadaş grubuyla içer, gezer ve insanları şaşırtacak şeyler yaparmış. damarlarından hayat akarmış. jimin diyor ki; onun etrafında barınan biri olmak, bir insanın yaşamına çizebileceği en renkli çizgiydi. jimin hep lisedeki o çocuk kalmış zaten.

disfruto ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin