G|28

2.9K 229 172
                                    

Medya: Emre ve Gece.

-

Gece: Ne?

Gece: Nasıl? Yani ben...

Gece: Seninle İzmir'de aynı yerde, aynı okulda..

Gece: Üstelik Semih'in arkadaşı..

Gece: Gerçekten ben..

Gece: Özür dilerim ama lütfen sonra.

Gece: Bu bana çok fazla.

Gece: Bu bana çok ki çok fazla,

Gece: Emre..

___

"Ne olacak şimdi?"

Erdem arkasına rahatça yaslanmış mesajları okuyordu.

"Ne bileyim ben? Senin yüzünden kalktım yazdım böyle ergen gibi, kız da şoka girdi. Hem sen nerenden uydurdun oğlum bu kendini tanıtmadan aşk itirafı mesajları falan? Hayırdır, ne iş? Part time ergen aşıklara koçluk mu yapıyorsun?" Erdem koca bir kahkaha atarken gözlerimi devirip üzerimdeki pamuklu örtüye daha sıkı sarıldım koltukta yatmaya devam ettim. Biraz depresyon yaşıyor olabilirdim. Ya da utanma.

Her neyse.

"Yok be. Lisede bir arkadaşım vardı, hep bu tarz şeyler yazardı. Aklımda kalmış işte. Hem bak, işine yaradı işte. Daha ne istiyon?" Erdem hala gülerken ben ona bakmıyordum bile artık. Sırtımı dönmüş, koltuğun yaslanmalık kısmıyla bakışıyordum.

Yaslanmalık kısım.. Yaratıcıyım oğlum.

"Lan bana baksana!" Erdem'in, arkadaşlarım arasında beni en çok anlayan kişi olduğunu söylemiştim, değil mi? Unutun onu.

Şu an yayıldığı koltuktan uzattığı ayaklarıyla beni taciz eden biri, neyimi anlayacak Allah aşkına?

Kalkıp o beni taciz ettiği ayaklarını ağzına sokma isteğimi göz ardı etmeye çalışarak başımı ona çevirdim. "Yeter ama!"

Bu adamı seviyor muyum sevmiyor muyum bir türlü çözemiyordum aslında. Bazen cidden sinirlerimi bozuyordu ama yok sayıyordum.

Ya da sayamıyordum. İllaki bir yerlerden fırlıyorlardı kendileri.

"Utanmasana oğlum. Kitaplara konu olacak bir hikayen var, ne utanıyorsun? Kalk ve özgürce aşkını yaşa..." O, hala benimle alay ederken aklıma Mert'in gelmesiyle kısa bir duraksama yaşadım.

"Mert'ten haberin var mı?" Erdem de sorum ile gülmeyi keserken sonunda ciddileşmişti. Başını olumsuzca iki yana salladığında derin bir nefes alıp koltukta oturur pozisyona geçtim. Erdem'den telefonumu alıp hızla Mert'in numarasını çevirirken telefonunun açık olması için dua ediyordum. Yoksa şimdiden bile aramaya başlasak, sabaha anca bulurduk onu.

"İyiyim. Biraz sonra eve geçerim. Merak etmeyin, bütün gününüzü hatta gecenizi bu malı aramakla harcamayacaksınız." Telefonu açtığı gibi bu sözleri sarf eden Mert, dişlerimi sıkmama sebep olmuştu.

"Geliyoruz. Yeterince yalnız kaldın onunla. Sıra hep birlikte yalnız kalmakta." Bana hiçbir cevap vermeden telefonu kapatırken bende hızla Erdem'e kalkmasını söylemiştim.

Gidip üzerimdeki pijamalarımı çıkarmış yerine bir kazak, bir pantolon giymiştim. Kapının önünden Erdem ile montlarımızı almış, yola koyulmuştuk.

İstikametimiz ise, mezarlıktı.

Mert'in annesinin mezarlığı.

Mert'in annesi ve babası birbirlerini severek evlenmiş, mutlu bir çiftlermiş. Üniversitede tanışıp aşık olmuşlar ve evlendikten hemen hemen bir buçuk yıl sonra annesi Mert'i dünyaya getirmiş. Birbirlerini çok seviyor olsalar da zamanla kendi aralarında anlaşmazlıklar yaşamaya başlamışlar ve Mert sekiz yaşındayken anlaşmalı bir şekilde, kimse kimseyi kırmadan, biribirlerine olan saygılarını hatta belki de sevgilerini dahi yitirmeden boşanmışlar. Mert ise mahkeme kararı ile babasına verilmiş. Babasıyla yaşamaya başlasa da sık sık annesiyle de görüşüyormuş. Yaklaşık sekiz yıl sonra, yani on altı yaşındayken, Mert, annesinin hem ondan hem de babasından sakladığı bir şeyi tesadüfen öğrenmiş.

Mert'in annesi akciğer kanseriymiş.

Babası da yıllar geçmesine rağmen duyduğu anda resmen yıkılmış. Tıpkı Mert gibi. Mert babasıyla ortak karar alıp annesinin yanına taşınmış. Babası ise annesinin ve Mert'in kalacağı eve daha yakın bir eve taşınmış. Annesi ise onların öğrenmesine çok üzülmüşmüş ama asla hasta biri gibi davranmıyormuş. Sanki her şey normalmiş gibi. Sürekli Mert'in dersleriyle ilgileniyor ve onun sınava tam anlamıyla hazırlanmasına yardım ediyormuş. Konu ona döndüğünde ise tedavi olduğunu ve durumunun git gide daha iyi olduğunu savunuyormuş.

Aslında yalan söylüyormuş. Ama öleceğini bilmesine rağmen tek uğraşı çocuğunun iyi bir geleceği olsun diyeymiş. Mert'e bazen öylesine baskı uyguluyormuş ki Mert babasını arayıp evlerine davet ederek derslerden kaçmaya çalışıyormuş.

Derken, annesi gün geçtikçe daha kötü bir hale bürünüyormuş ve hatta hastaneye yatışını bile yapmışlarmış artık. Fakat durumunu eski kocasına ve oğluna fark ettirmemekte ısrarcıymış. Mert ve babası onun gerçekten iyi olmadığını bilselerde, sırf üzülmesin diye çok da üstüne gitmiyorlarmış kadının.

Ama o güçlü annenin de dayanabileceği sınırlı gücü varmış. Ve bu güç Allah'ın işine bakın ki tam da Mert'in üniversite sınavına girişinden iki gün sonra tükenmiş. Mert'in gerçekten istediği yeri kazanabilecek kadar bilgisiyle sınava girdiğini görerek kapatmış gözlerini.

Bu hayattaki son isteğini de yerine getirerek belki de.

Annesinin ölümünden sonra Mert de babası da kolay toparlanamamış.

Mert, annesi için önemi olan her gün sabahın köründen kalkar mezarlığa gider, saatlerce orda oturduktan sonra kaybolurdu şehirde.

Gece yarısı ya bir köşede sızmış halde ya bir sahilde ağlar halde ya da birkaç serseriden dayak yerken bulurduk onu. Ben ve Erdem.

Bunları da yine bir gece tesadüfen Erdem ile dışarda gezerken onu sahilde ağlarken görüp yanına gitmemizle öğrenmiştik. Hiçbir şey söylemeden sadece yanına oturmuştuk ve bir saat kadar sonra kendi kendine konuşup anlatmaya başlamıştı.

İşte o günden sonra sıkı dost olmuştuk onunla. Aramızdan su sızmamıştı. Tıpkı bugün olduğu gibi her dağıtacağı gün mezarlık dışında onu yalnız bırakmamıştık.

Karan, ya da Can her neyse işte, ile ise o önceden tanışıyordu ve bizi de o şekilde tanıştırmıştı.

Şimdi Karan şerefsizi yoktu.

Zaten Mert'in kötü olduğu hiçbir gün, olmamıştı. Artık iyiyken de olmayacaktı.

Sonsuza kadar.

Düşünüyordum da tıpkı Can gibi sonsuza kadar olmamasını istediğim biri daha olabilirdi.

Belki.

•mai passato e non passerà mai.

🌠

GEÇMEMİŞ | TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin