Yepyeni bir günün sonunda bugün kendimi daha iyi hissediyordum. Jungkook her ne kadar itiraf etmek istemesem bile bana iyi geliyordu. Ve ben bana Lalisa demesine izin vermesem de hep öyle sesleniyordu, açıkcası buna alışmaya başlamıştım.
Yaklaşık beş kişilik erkek grubunun olduğu gruba yemek servis ediyordum. Sohbet ederken attıkları kahkahalar öteden duyuluyordu. Yemekleri önlerine koyduktan sonra uzaklaşacaktım ki bacaklarıma değen eller buna engel oldu.
Yerimde put kesilirken az önce yemeğini servis ettiğim adam arsızca bana bakarak sırıtıyordu. Amacını anlamıştım, ama kimsenin huzurunu kaçırmamak adına sessiz adımlarla ve sinirli bir şekilde yanlarından uzaklaştım.
Lavaboya gidip yüzüme su çarptım. Garsonluğu uzun zamandır yapıyordum ama böyle bir şeyle daha önce hiç karşılaşmamıştım. Bu yüzden kendimi pek iyi hissettiğim söylenemezdi.
Rosie de bugün gelmemişti. Aynada kendime son bir kez çeki düzen verip lavabodan ayrıldım ama gördüğüm beden durmama sebep oldu.
Az önceki pislik karşımda duruyordu. Sırıtmasını yüzünden silmeden bana doğru adımladı ve ellerini yüzüme yasladı. Anında geri çekilmiştim.
"Güzelim, bebek gibisin."
Tiksintiyle yüzüne baktım. "Defol!" Diyip yanından gideceğim sırada kolumu tuttu. "Nereye? İşin bittiyse birlikte çıkalım."
Tuttuğu elinden kolumu kurtardım. "İstemiyorum dedim!" Diye bağırdım.
"İsteyeceksin, acele karar verme!" Diye yeniden yaklaştı ve bana dokunmaya başladı. Avazım çıktığı kadar bağırırken bir kaç erkek buraya gelmiş ve adamı yumruklamaya başlamışlardı. Onlara teşekkür bile edemeyecek durumda olduğumdan koşarak ordan uzaklaştım ve terk ettim.
Ağlayarak mekanın yakınlığında olan sahile ulaştım. Yabancı ellerin üzerimde dolaştığı aklıma gelince gözyaşlarım daha da hızlanıyordu. Mutlu olarak başladığım bir günün sonunda her şey berbat olmuştu.
Akşam olduğu için denizin etrafı serindi. Titreyerek ağlıyordum çünkü eğer bir aileye sahip olsaydım, bunu onlara anlatır ve adamın yaptıklarının yanına kalmasına asla izin vermezdim. Belki onlar olsaydı burada çalışmaya da ihtiyacım olmazdı.
Onların yokluğunu her daim hissediyordum ama bunu kimseye göstermezdim. Hatta en yakın arkadaşım Rosie ile de bu konuyu konuşmazdım, o da bilir ve beni üzmemek adına bu konuyu asla açmazdı.
Aniden omuzuma atılan ceketle irkildim. Arkama dönüp bakınca gelen kişinin Jungkook olduğunu gördüm. Yaşadığım şokla bir süre gözlerine baktıktan sonra ağladığımı farketmemesi adına gözlerimi kaçırdım.
Önüme geldi ve yüzüme düşen saçlarımı eliyle itti. Yüzünde saf bir merak vardı. "Neden ağlıyorsun?"
Cevap vermedim. O kelimeleri ağzımdan çıkardığım anda ağlamam şiddetlenirdi. Bu yüzden susmayı tercih ettim.
"Bir şey olmuş," Diye kendi kendine mırıldandı. "Ne olduğunu söylemeyecek misin?"
Kafamı olumsuzca salladım. "Senin ne işin var burda?"
"Kızım şu an konumuz bu mu?"
Omuz silkerek ondan uzaklaştım. Arkamı ona döndüm çünkü ağlamam dinmek bilmiyordu. Çok çabuk ağlayan insan değildim, ağladığım zamanlar çok azdı. Ama ağladığım zaman da aklıma geçmişim geliyordu ve durmak bilmiyordum.
Belime arkadan sarılan kollarla hareket edemediğimi hissettim bir an. Jungkook bana sarılıyordu. Ondan kurtulmak için hamle yaptığımda beni kendine bastırdı. "Şşh, sakinleş."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
rare // liskook
FanfictionJeon Jungkook mesleğine düşkün bir sanatçıydı. Ama bu sefer yarattığı eser bambaşkaydı. Lalisa Manoban, onun sevdiği eseri değil, aşık olduğu sanatıydı. llɱ × ʝʝƙ Kitabın önceki ismi 'artifice' olmuştur.