Lana Del Rey / Summertime Sadness
I know if I go, I'll die happy tonight
..
Eve hemen hemen yeni geldim sayılırdı. Bana o notu yazıp gitmesinin üstünden tam olarak iki gün geçmişti ve saat şuan akşam on biri çoktan devirmişti. Dün gece de Hoseok'un renkli kişiliği sayesinde yatakta pineklemek yerine onun evine gitmiştim. Tüm gece içip alkol komasına girmeye ramak kala bir köşede sızmak en büyük eğlencemiz olmasa da genellikle yaptığımız bir şeydi.
Yine öyle olmuştu. Bara gittiğimiz gece sözleştiğimiz gibi elimdeki içkiler ve atıştırmalıklarla kapısını çaldığımda, hava yeni kararmıştı. Birbirimizle didişmemizin ardından şişeleri açıp muhabbet etmiştik. Her ne kadar sadece sövüşüyor gibi dursak da oturup içimizdekileri masaya döktüğümüz anlar da çöpe atılır gibi değildi.
Benim kadar alkole dayanıklı olmayan arkadaşımın, dün yine yüzünün kızarıklığıyla doğru orantılı bir şekilde çenesi açılmıştı. Kafasına yatmayan bazı şeyler hakkında fikrimi alıp bana danışmış, bende elbette dünyadaki en mantıklı adam olarak, ona yol göstermiştim. Beynimin bulanıklaştığı saatlerde ise Hoseok tamamen sarhoş olduğu için biraz onun bakıcılığını yapıp, sızdıktan sonra tek başıma içmeye devam etmiştim.
Uyandığımda evde değildi. İşe gittiğini anladığımda kendime biraz saydırmıştım çünkü çalıştığı yer erken bir saatte açılmıyordu. Benimse hazırlanmam gereken bir randevum vardı işte.
Kapıyı ardımdan kapatırken, diğer yandan ışığı açtım acele etmeden. Üstümdeki ceketten kurtulup kendimi koltuğa attım. Banyoya girmeden önce bir sigaralık vaktim var gibiydi. Cebimden çıkardığım paketten aldığım dalı dudaklarımın arasına koydum. Leş gibi alkol koktuğumu bilsem de nikotin isteğimi bastırmak tercihlerim arasında değildi.
Dalın yarısına geldiğimde daha fazla katlanamayıp ayağa kalktım. Adımlarım banyoya yöneldi. Üstümü çıkarıp kendimi küvete attığımda randevuyu falan düşünmüyordum çünkü düşünmem gereken bir şey yoktu. Hayatımdaki ilk randevu değildi ve kabul etmem uzun sürse bile beni en çok heyecanlandıran buluşmanın bu olduğu, geçecek zamanı hayal etmemi gerektirmiyordu.
En fazla beni bir yerlere götürürdü, şansımız varsa kendimizden bahsedip, belki sonunda birimizin evinin önünde delicesine öpüşürdük, sonra biterdi. Bu sefer ben ona çıkma teklifi ederdim ya da birkaç gece sonra barda buluşmak adına sözleşirdik.
Gerçekten düşünmemi gerektiren bir şey yoktu.
Yaklaşık yarım saatimi suyun içinde harcadığımı fark ettiğimde alelacele saçlarımı ve vücudumu yıkayıp, belime sardığım havluyla odaya geri döndüm. Tam askılığa gidip giyeceklerimi seçeceğim sırada tıklatılan kapıyla durdum. Gerçekten şimdi mi gelmişti? Duvardaki saatin ertesi günü işaret ettiğini gördüğümde birkaç küfür mırıldanıp, daha fazla beklememesi için kapıyı açtım.
Cidden gelmişti ve beni böyle görmeyi beklemediğinden önce dudakları aralanmış, sonra da ukala bir gülüş yüzünü ele geçirmişti. Ben ise onu inceleyemiyordum. Ne giydiğine, makyajına ya da takılarına bakamıyordum çünkü siktiğimin herifi küllü sarı saçlarını, zifiri için uğurlamıştı. Simsiyah saçları o kadar güzel durmuştu ki beyaz teninde, hafızama kazınan her bir sim tanesinin yerini tel tel saçları almıştı.
Kalakaldım.
Nefes bile alamadan durup inceledim öylece. Sonra konuştu, mecburen gözlerine titreyen kirpiklerimle bakmak zorunda kaldım. Diğer yandan nemli vücudum beni üşütmeye başlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
xôxô' ¦ yoonmin ✓
Fanfic90's au / switch! . ve biz; birbirimizde kullanmak için dudaklarımızla ıslattığımız ojeli parmaklarımızı, dünyaya sallayacağız. . iki bin on dokuz, haziran.