the role that life gave you

816 123 246
                                    

şarkının yavaşlatılmış versiyonu daha çok uyar gibi geldi :)


telefonumun ekranından saati bir kere daha kontrol edip kalktım sıradan. çok da ağır olmayan çantamı sağ omzuma takıp sınıfın çıkışına yöneldim.

her gün çıkış zilinden sonra sınıfta seni bekliyordum çünkü eve birlikte gidiyorduk. normalde gelmen beş dakikadan fazla sürmezdi ama son on dakikadır bekliyordum.

koridorun sonundaki merdivenleri ikişer ikişer çıktım ve senin sınıfına doğru ilerledim. kapıdan içeri girecektim ki, duyduğum konuşma sesleriyle birlikte durdum.

"neden böyle yapıyorsun?" sesin üzgün geliyordu. karşı taraftan ses gelmedi bir süre. tekrar konuştun. "konuşsana, yoshiko."

yutkundum. onunla konuştuğunu anlamıştım zaten. dinlemem yanlıştı ama canının sıkan şeyin ne olduğunu öğrenmek istiyordum.

"ne yapıyorum?" dedi soruna karşılık vermeyi seçerek. sesi oldukça sinirli çıkıyordu.

"böyle yapıyorsun işte," dedin. "iki gündür bir kez bile gülümsemedin, sana yaklaşmama izin vermiyorsun, konuşmuyorsun bile." sonlara doğru sesin kısılmıştı.

sinirlenmiştim. ona çok iyi davranıyordun, bir sevgilinin davranması gerektiği gibi. o neden böyle davranıyordu? seni üzmeye hakkı yoktu sonuçta.

"bıktım artık, bokuto. son bir haftadır bir gün bile buluşamadık. sürekli o çocuklasın. ayrıca her gece onunla aynı evde kalıyorsun, bunun nasıl bir açıklaması olabilir? o çocuğun gay olduğunu söylüyorlar ve-"

"yoshiko, dinle beni." diyerek kestin onun sözünü. nefes alış verişim hızlanmıştı. "o benim en yakın arkadaşım, tamam mı? aramızda asla bir şeyler olması imkansız, bu yüzden endişelenmene gerek yok."

doğru.

bunların doğru olduğunu biliyordum, aptal değildim. ama yine de, avazım çıkana kadar bağırma isteğimi dindiremiyordum işte. aynı gözyaşlarımı gözlerimde tutamadığım gibi.

ses çıkarmamak için elimle ağzımı kapadım. buradan gitmek istiyordum, bir an önce. ama ayaklarım kıpırdamıyordu sanki.

"biliyorum, bokuto. ama onda kalmana gerek yok ki. kabus gördüğünden falan bahsediyorsun ama saçma, tamam mı? bir bebek değil, kabuslarından korkması ne kadar mantıklı?" dudağımı ısırdım içinden. sen konuşmaya başladığında, demir tadı ağzıma hücum etmişti çoktan.

"bilmediğin şeyler hakkında yorum yapma, yoshiko. hiçbir şeyden haberin yok." sesin az öncekinden oldukça sert ve sinirli çıkıyordu. bana hiçbir zaman bu tonda konuşmamıştın.

"söyle de bileyim o zaman! ben senin kız arkadaşınım!" yoshiko bağırmıştı.

birkaç saniyelik sessizlik oluştu ortada. hayır, bokuto. ona anlatma.

"akaashi'nin babası sorunlu bir tipti, onu sadece bir kere görme fırsatım oldu ama çocuk aklımla bile anlamıştım manyağın teki olduğumu. paralı askerdi, çoğu zaman evde olmuyordu. akaashi ne zaman babasının eve geldiğini söylese, ertesi gün vücudunda morluklar oluyordu. hiçbir zaman bu durumu anlatmamıştı bana, ama anlıyordum işte. korkuyordu. o adamın onlara daha çok zarar vermesinden."

işte şu an buradan ayrılmam gerekiyordu. göz yaşlarım durmuştu, vücudum kaskatıydı. beynim, vücuduma hareket etme komutunu veremiyordu. duvara yaslandım, ayaklarımın beni taşıyabileceğini sanmıyordum.

"akaashi on iki yaşındaydı, hatırlıyorum. bir gün adam görevden gelmiş yine, kumar masasına oturmuş. çok şey kaybedince çıldırmış, gözü dönmüş. sonra.. oğluna, yani akaashi'ye tecavüz etmeye kalkışmış. eşi araya girince de... oğlunun gözleri önünde, tatmin olana kadar bıçaklamış kadını. bir insan vücudunun o kadar büyük bir hasardan kurtulması imkansızdı, yani akaashi'nin annesi öldü. babası hala hapiste."

kısa bir sessizlik oluştu yeniden.

"önce yetimhaneye gönderildi, daha sonra teyzesi onun vekaletini aldı. ama hiçbir zaman birlikte yaşamadılar. akaashi'nin banka hesabında parası olduğu için evine gönderdi onu, üç senedir tek başına yaşıyor.

kabusları da normal insanların, yani bizim kabuslarımız gibi değil. psikolojik bir travma geçirdiği için.. nasıl anlatsam bilmiyorum, anılarını tekrar yaşıyormuş gibi. ve tek arkadaşı benim, yoshiko. yanında olabilecek tek kişi benim. bunun nasıl bir şey olduğunu bilemezsin. bu yüzden, bir daha onun hakkında böyle şeyler söylersen.."

bir tepki veremedim. ağlamam mı gerekiyordu? bilmiyordum. bir şey hissetmiyordum.

hayatımı bir başkasının ağzından dinlemek tuhaftı. bir hikaye gibi geliyordu kulağa. depresif bir yazarın kafasında kurduğu, aptal bir hikaye. bu hikayenin baş karakteri olmak için önceki hayatımda oldukça büyük bir günah işlemiş olmalıydım.

"özür dilerim, bokuto. gerçekten çok özür dilerim. böyle şeyler yaşadığını asla tahmin edemezdim. hiç.. hiç belli etmiyor."

"etmez." dedin. "başkalarının ona acımasından nefret ediyor. sana anlattığımı belli etmemen gerekiyor, tamam mı?"

yoshiko'nun cevabını duymayı beklemeden, adımlarımın sessiz olup olmadığına dikkat etmeden ayrıldım kapının önünden. merdivenleri indim hızlıca, boş koridoru geçip okuldan çıktım.

bazen tozlu kitaplar, tozlu raflarda kalmaya devam etmeliydi. engel olamayacağınız bir şeyler yaşanırdı ve seyirci olmak zorunda kalırdınız. bir şekilde, hayatın size verdiği rolü kabullenmeniz gerekirdi. eğer kabullenmez ve tozlu kitapların kapaklarını açmaya karar verirseniz, kitabın kötü karakterleri sizi bileklerinizden yakalar ve derine çekerdi. acının en derinine. oradan çıkmak kolay değildi.

sana içimdeki yangından bahsetmiştim, bokuto. söndüğünü hissediyorum.

bu bölüm.. ne bileyim

nasıl yazacağımı bilemedim. çok fazla uzatıp ballandırmak istemedim her ne kadar kilit nokta olsa da, çünkü uzattıkça daha kötü olacakmış gibime geldi.

biliyorum bokuto'ya da sinirlisiniz ve gerçekten hiçbir şeyden haberi olmayan bir aptal :( ama dediği gibi, akaashi'nin tek dostu ve onun gerçek kimliğini bilen tek kişi. yani akaashi'yi hayata bağlayan kişi sonuç olarak, ona acı çektirdiğini görmezden gelirsek.

neyse neyse neyse

çok konuştum, umarım beğenmişsinizdir :) seviyorum sizi <3

listen before i go ✫ bokuakaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin