"bir anda başkasından hoşlanmaya başladığını söyledi, beklemiyordum." diye mırıldandın. "her şey çok iyi gidiyordu, akaashi."ya, bir de bana sor.
"belki de sen öyle sanıyordun, bokuto-san. ilişkiniz, senin için önemli olduğu kadar önemli değildi onun için belki de."
kafanı kaldırıp bana baktın. "ne güzel teselli ediyorsun ya, vur yüzüme yüzüme."
gerçekten üzülmeye çalışıyordum, ama yoshiko'dan kurtulmuş olma hissi ve sarhoş olduğun için konuşma şeklinin değişmiş olması gülme isteğimi tetikliyordu.
"özür dilerim, bokuto. daha önce sevgilisinden ayrılan birini teselli etmedim, malum." diye mırıldandım.
yanındaki yastığı alıp yüzüne bastırdın. "of, ağlamak istiyorum."
sinirim bozulmuştu, "kahve getireceğim, anca ayılırsın." deyip kalktım yataktan. elimi tuttun.
"kaç yıllık arkadaşını bu halde mi bırakacaksın, akaashi? yalnız ve mutsuz. umutsuz ve-"
"mutfağa gidiyorum, saçmalama istersen." dedim ve elimi kurtarıp sızlanmaların eşliğinde çıktım odadan.
gülsem mi ağlasam mı bilemiyordum. kaç yıldır sevdiğim en yakın arkadaşım, sevdiği kızdan ayrıldığı için sarhoş olup evime geliyordu ve ben ona kahve yapıyordum.
"bu kadar da aptal olmazsın ama ya," diye söylendim, kendime kızıyordum. "hadi bu kadar aptal oldun, gurursuz olma bari. çarpacaksın bir tane ağzına, görecek yoshiko mu büyük sen mi büyük."
suyu döküp kahve makinesinin düğmesine bastım. "bir de diyor ki, 'hor şoy çok oyo godoyordo'. ayı yavrusu, gözlerinin içine bakıyorum mutlu etmek için, o gidiyor götüne bakanı seviyor. ben yüzde elli aptalsam, o yüzde bin aptal. aptal baykuş."
kahvenin kupanın içine yavaşça dolmasını izlerken başımı ovuşturdum. neden sarhoş gibi konuşuyordum? sinirim gerçekten bozulmuştu, bir an önce uyuyup şu saçma sapan geceden kurtulmak istiyordum. sinir hastası olmaktansa kabus görmeyi yeğlerdim.
kupayı elime almıştım ki, belimden karnıma dolanan kolların ve omzuma koyduğun çenenle kalakaldım. kalbim deli gibi atmaya başlamıştı birden, üç kilometre öteden duyulabilecek kadar sesliydi. kupayı tutan elim havadaydı ama sabit değildi, titriyordu sanki.
ne zaman gelmiştim? söylediklerimi duymuş muydun? ve neden bana sarılıyordun?
"seni çok seviyorum akaashi, biliyorsun değil
mi?" sol kulağıma fısıltı gibi gelen sesinle mırıldandığında, nefes almayı unuttuğumu düşündüm bir anlığına.kafamı çevirsem burunlarımız birbirine değecekti. kaslarım gevşeklikten çok uzaktı, kitlenmiştim. "biliyorum." diyebildim sadece. ne yapıyorsun, diye bağırmak isterdim oysa. neden yapıyorsun?
kupayı mutfak taşına bıraktım yavaşça. daha fazla bu pozisyonda kalırsak ağlayacakmışım gibi hissediyordum. bu yüzden arkamı döndüm, belime dolanan ellerin, mutfak tezgahındaydı şimdi. arada kalan boşlukta dikelerek gözlerine bakıyordum öylece. arka tarafımda parlayan spot ışıkları sayesinde ışıl ışıllardı. dudaklarına bakmamak için büyük bir çaba gösteriyordum.
sana bu kadar yakın olmak, sana bu kadar yakınken gözlerinin içine bakmak bana iyi gelmemişti. yana doğru yöneldim. bu alandan çıkmak istiyordum, dışarı çıkıp nefes almak istiyordum.
çekmedin kolunu, kaşlarımı çatıp gözlerine baktım yine. "ne yapmaya çalışıyorsun?" diye mırıldandım.
yutkundun. daha sonra dudaklarıma kaydı gözlerin.
ciddi misin?
ben büyülenmiş gibi orada dikilirken, kafanı eğmeye başladın. ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. beni gerçekten öpmek mi istiyordun yoksa sadece sarhoş muydun? kafamı çevirirsem bunun cevabını öğrenemeyecektim.
gözlerimi kapattım sadece. kaçmadım, ama yaklaşmadım da. birkaç saniye sonra, dudaklarını dudaklarımda hissedebiliyordum. alkolün kokusu genzime kadar gelmişti, ama beni sarhoş eden şey o değildi, sendin.
tam dudaklarımı hareket ettirmeye başlayacaktım ki, üstümdeki sıcaklık kayboldu. pencereden gelen rüzgar üstümde gezindi. gözlerimi açtığımda, saç diplerini çekiştiriyordun, geri adımlamıştın.
"siktir. akaashi, ben..."
yapma.
"ben özür dilerim."
tezgaha yaslanmış bir şekilde, mutfaktan çıkıp gidişini izledim. daha sonra birkaç dolap kapağının açılıp kapanma sesini duydum. yerimden kıpırdayamamıştım hala.
dış kapı açıldı, birkaç saniye sonra da kapandı. derin bir nefes almaya çalıştım. dudaklarıma dokundum, az önce yaşanan şeyin gerçekliğini kavramak için.
beni sevdiğini söyledin.
beni öptün.
sonra gittin?
gittin.
öylece mi?
öylece.
ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum. uyuşmuş bacaklarımın beni daha fazla taşıyamayacağını düşündüm, soğuk zemine bıraktım kendimi. daha birkaç saniye geçmişti ama gözyaşlarım aşağı doğru süzülmeye başlamıştı bile.
prens, onca yolu aşıp öpmüştü prensesini. bu öpücüğün prensesi zehirleyeceğini biliyor muydu? çünkü prenses ölüyordu.
•
bu bölüm böyle gitmeyecekti.. kafamda bambaşka bir şey vardı ama bir baktım konuyu nerelere getirmişim. ellerimle kafam farklı işliyor resmen.
ayrıca bokuto'nun doğum günü bugün, iyi ki doğdun amk baykuşu
kendi yazdığım şey yüzünden karaktere sinirleniyorum çok saçma MDŞWNQPNWPXNWPWNDP
neysee sizi seviyorum, oylarınız ve yorumlarınız için teşekkür ederim <3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
listen before i go ✫ bokuaka
Fanfictionuyarı: angst - if you need me, wanna see me better hurry 'cause I'm leavin' soon - bokuaka #3 - 04.09.20 • 28.09.20